SİBEL BAY
Tarih 10 Kasım 1938'i saatler ise 09.05'i gösterdiğinde zaman durmuş, insanlar derin bir keder ve hüzne gömülmüştü.
Milli mücadelenin ana kahramanı, Türklerin babası Mustafa Kemal Atatürk, güneş olarak aydınlattığı dünyadan, ülkeyi gelecek nesillere emanet ederek ayrıldı.
Atatürk'ün vefatı ile tüm ilke yasa boğulmuştu. Vefatının ardından ilk olarak İstanbul'da gerçekleştiren cenaze töreni geçici kabri olan Etnografya ‘ya daha sonra ise 1953 yılında inşası tamamlanan Anıtkabir'e defnedilmiştir.
Kendini Türkiye Cumhuriyeti'ne Adadı
Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, halk bağımsızlığın ne demek olduğunu yaşayarak tatmıştı. Atatürk, kurduğu cumhuriyetin ardından hızlı bir şekilde ilke ve inkılaplarını gerçekleştirmiş, ülkenin muasır medeniyetler seviyesine ilerlemesi için önemli adımların atılmasını sağlamıştır.
Her şey yolunda giderken, 1937 yılında Atatürk, rahatsızlık belirtileri göstermeye başlamış, 1938 yılında ise Yalova ziyareti esnasında durumu ciddiyet kazanmıştır. Burada başlayan tedavi süreci olumlu etkiler gösterse de tam olarak iyileşmeden Ankara'ya yaptığı ziyaret hastalığının yeniden kötüleşmesine sebep olmuştur.
Bu yıllarda Hatay sorununun gündemde olması da onu yoran bir başka meseledir. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya gitmiş ve oradaki işler ile ilgilenmiştir. Güney seyahati ise hastalığının daha da şiddetlenmesine neden olmuştur.
Atatürk, Siroz Hastalığına Yakalandı
26 Mayıs 1938'te tedavi için Ankara'dan İstanbul'a giden Atatürk, bir süre sonra siroz hastalığına yakalandığını öğrendi.
Doktorlar Atatürk’e deniz havasının hastalığına iyi gelebileceğini söylediler. Bu nedenle Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti.
Servetini Türk Tarih ve Türk Dil Kurumu'na Bağışladı
Hastalığı ağırlaşınca Dolmabahçe Sarayı'na nakledilen Mustafa Kemal, her geçen gün daha da kötüye gidiyordu. Onun hastalığı duyan Türk halkı doktorlardan çıkacak iyi bir haber duymayı bekliyordu.
Atatürk’ün hastalığını duyan Türk halkı, sağlığıyla ilgili haberleri heyecanla takip ediyor, bütün kalbiyle iyileşmesini diliyordu. Atatürk Hastalığının ciddiyetini kavrayarak 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı.
Ekim ayı ortalarında durumu düzelir gibi oldu. Ancak çok arzuladığı hâlde, Ankara'ya gelip cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü törenlerine katılamadı. Atatürk, ölümüne kadar memleket meselelerinden bir an olsun uzak kalmamıştı.
Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı.
Türk Milleti Yasa Boğuldu
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938 günü saat 09.05’te ebediyete intikal etti.
Atatürk’ün vefatı dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya imzası ile yayımlanan 10 Kasım 1938 “Hükümet Tebliği” ile Türk milletine ve dünyaya duyuruldu.
Dünya Liderleri Mesajlar Yayımladı
Bu kara haberle, yalnız Türk milleti değil, bütün dünya yasa büründü. Bütün devletler onun cenaze töreninde bulunmak üzere temsilciler göndererek, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusuna karşı duydukları derin saygıyı belirten mesajları ilettiler.
Naaş Türkiye’nin Kalbine Getirildi
Gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını gözyaşları ile ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. On iki generalin omzunda sarayın dış kapısına çıkarılan tabut, top arabasına konularak, İstanbul halkının gözyaşları arasında Gülhane Parkı'na götürüldü. Buradan Yavuz zırhlısına nakledildi. Büyük Ada açıklarına kadar, donanmamız ve törene katılmak için gelmiş olan yabancı gemilerin eşlik ettiği Yavuz zırhlısı cenazeyi İzmit'e getirdi. Cenaze, özel bir trene yerleştirilerek Ankara'ya getirilmek üzere hareket edildi.
Ankara Halkı Son Görevini Yerine Getirdi
Ordu ve devletin ileri gelenleri tarafından saygıyla karşılanan cenaze, Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde hazırlanan katafalka kondu.
Ankara halkı da onun cenazesi önünden saygıyla geçerek son görevini yerine getirdi. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü, sivil ve askerî yöneticiler ile yabancı devlet temsilcilerinin hazır bulunduğu ve on binlerce insanın katıldığı büyük bir tören yapıldı. Daha sonra Atatürk'ün tabutu, Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu.
Yurdun Her Karış Toprağı Atanın Huzurunda
Türk milleti daha sonra, bu yüce insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan toprakları ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi.
Atatürk’ü Canından Çok Seven Dostu
Türklerin Atasının ölümü sadece bizim ülkemizde değil ona hayran diğer devlet adamları tarafından büyük bir üzüntüyle karşılanmıştı.
Ancak Atatürk’ün yanından bir an bile ayrılmayan yaveri Salih Bozok, diğerlerinden çok farklıydı. Yol arkadaşı Salih Bozok silah arkadaşlarından bile daha yakındı. Atamızla arkadaşlıkları Selanik’e kadar dayanıyordu. Bir yandan çocukluk arkadaşı bir yandan da Harp okulundan sıra arkadaşıydılar.
Seneler geçtikten sonra 2. Meşrutiyetin ilanından sonra Selanik’te öğretmen subay olarak göreve birlikte başladılar. Atatürk ise o yıllarda Selanik de Kolağası olarak görev yapıyordu.
Atatürk’ün ordu komutanlığından istifa etmesi Bozok’u da yüreklendirmişti. Mustafa Kemal’in önerisi ile askerlikten çekildi. Bu sıralarda ise kömür ve odun satarak geçimini sağladı.
Tarihler 23 Nisan 1920’yi gösterdiğinde TBMM’nin kuruluşu ile Mustafa Kemal Atatürk, Salih Bozok’u yaveri olarak yanına aldı. Milli Mücadele sürecinin kahramanlarından olan Bozok, aynı zamanda dostu Mustafa Kemal’i özel yaşamında da hiç yalnız bırakmıyordu. Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım ile evliliklerinde dahi nikâh şahidi olarak seçilmişti.
Hem Latife Hanım hem de İsmet İnönü birçok kez Bozok’tan yardım istemişlerdi. Çünkü o, Mustafa Kemal’in kıramayacağı tek kişiydi. Birbirlerinden hiç ayrılmayan iki dostu Mustafa Kemal’in ölümü ayırdı.
Salih Bozok, Mustafa Kemal’in ölümü ile ilgili olarak, “Mustafa Kemal sayesinde yaşadım ve her şeye kavuştum. Şimdi samimiyetle söylemeliyim ki, artık Mustafa Kemal'in olmadığı bir dünyada yaşamaktan hiç ama hiç zevk almıyorum.” demiştir.
Tarihler 10 Kasım’a doğru yaklaştığında, Atatürk’ün durumu her geçen gün daha da kötüleştiğinde Bozok da yavaş yavaş planını yapmaya başlar. 9 Kasım’da defterine, “Allah’ım ya Atatürk’ü kurtar ya da benim canımı al” notunu düşer. Bozok, en başından beri Atatürk’ün yokluğuyla başa çıkamayacağının sinyallerini verir.
Mustafa Kemal’in ölümünün ardından yaşamak istemeyen Salih Bozok, eşi Pakize’ye bir mektup yazarak intihar girişiminde bulunur.
Mektupta ise şunlar yazıyordur:
“İşte o gün gelmiştir, ben artık aranızdan çekiliyorum. Senden çok memnun olarak ayrılıyorum. Ben hayatımı Atatürk'ün hayatına bağladım ve ondan sonra yaşamamaya karar verdiğim için hayatıma nihayet verdim. Fazla teessüre mahal yoktur. Ebediyen arz-ı veda ederim sevgili karıcığım, Pakize'm.”
Bozok, Mustafa Kemal’in öldüğü dakikalarda son kez Ata’nın elini öperek ona veda eder ve odasına giderek intihar teşebbüsünde bulunur. Ancak bu girişim başarılı olmaz. Kurşun kalbine değil, akciğerine isabet eder. Operasyonların sonucunda Bozok, hayata döndürülür. Daha sonraki yaşamında milletvekillik görevine devam eden Bozok, 25 Nisan 1941’de hayata gözlerini yumarak çok sevdiği arkadaşına kavuşur.
Ata'nın Şahsi Meselesi Ölümünden Sonra Çözüme Kavuştu
Mustafa Kemal Atatürk, Hatay konusunda oldukça kararlı bir politika izlemiştir.
Özellikle ölümünden önceki yıllarda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapmış olduğu açılış konuşmalarının hemen hepsinde Hatay konusunu açmış, Hatay'ı şahsi meselesi olarak görmüştür. Ömrümün son yıllarını ise Hatay sorununun çözümü yolunda harcamıştır.
Atatürk'ün ölümünden bir yıl kadar sonra, Hatay ili, 7 Temmuz 1939'da çıkarılan yasa ile Türkiye'ye katıldı.