Cumhuriyetin Doğumuna Giden Gün 18 Ekim 1923

Hüseyin Alpaslan'ın 18 Ekim 2025 tarihli yazısı: Cumhuriyetin Doğumuna Giden Gün 18 Ekim 1923

Abone Ol

Ankara sabahı, Ekim’in serin ve keskin havasıyla uyanıyordu. Şehir, taş sokaklarında geçmişin gölgesini taşırken, aynı zamanda yeni bir dönemin sessiz ama güçlü ayak seslerini dinliyordu. Her köşe başında tarih fısıldıyor, her adımda geçmiş ve gelecek buluşuyordu. Taş binalar, dar sokaklar ve meydanlar adeta bir bekçi gibi geçmişin izlerini saklıyor ama geleceğe açılan kapıları da işaret ediyordu.

O gün Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü’nde derin düşüncelere dalmıştı. Gözleri Ankara’nın taş sokaklarını süzüyor, aklı TBMM’nin taş duvarlarında yankılanan tartışmalarda dolaşıyordu. Vekiller listeler hazırlıyor, birbirleriyle çatışıyor ama hiçbir grup ülkenin kaderine yön verecek net bir çözüm üretemiyordu. Sözcükler adeta top mermisi gibi çarpıyor, tartışmalar duvarlardan sekip koridorlarda yankılanıyordu. Ama tarih sessizce kendi yolunu çiziyordu. 18 Ekim, görünmez ama güçlü bir fırtınanın, Cumhuriyet’in doğum sancısının günüydü.

Bakanlar Kurulu istifa etmiş, Mecliste çıkmaz hâkim olmuştu. Saltanatın gölgesi, hilafetin yankısı ve eski düzenin tutucu vekilleri bir yanda; kararlı devrimciler, Mustafa Kemal ve yakın kadrosu diğer yanda. Herkes kendi hesabını yapıyor, ama ülkenin geleceği hâlâ belirsizdi. Mustafa Kemal Paşa ise bu karmaşada sakin ve kararlı duruyordu. Sanki her taşın altındaki sırları okuyabiliyor, geleceğe dair sessiz bir plan kuruyordu. Her hamlesi, her bakışı ve her sözü, geleceğin zaferine dair bir işaret taşıyordu.

O gün Ankara’nın üzerinde gri bulutlar dolaşıyor ama tam o anda beklenmedik bir ışık belirdi. Bu ışık görünmez ama içten bir parıltıydı. Halkın umutlarına, Meclis koridorlarındaki endişelere düşüyordu. İnsanlar sokaklarda farkında olmadan bu sessiz fırtınayı hissediyor, tarih kendi kadim ritminde ilerliyordu. 18 Ekim, sabır, strateji ve kararlılığın günüydü. Cumhuriyet’in ilanına giden yol, sessiz ama derin bir azimle çiziliyordu.

Şehrin sokaklarında çocuklar koşuyor, kadınlar sabah alışverişini yapıyordu. Ama herkesin ruhunda farkında olmadan bir gerilim vardı. İnsanlar Ankara’nın taş sokaklarından geçerken bir şeylerin değişmekte olduğunu hissediyor, tarih sessizce kendi yönünü çiziyordu. Kahvelerde yapılan sohbetler, meyhanelerdeki tartışmalar, taş duvarlarda yankılanan ayak sesleri, hepsi bir sonraki büyük günün habercisiydi.

Meclis koridorlarında ise adeta nefesler tutulmuştu. Vekillerin fısıldayan sesleri, kağıtların hışırtısı ve ayak seslerinin ritmi karmaşık bir senfoni oluşturuyordu. Mustafa Kemal Paşa bir köşede duruyor, her sözün ve her bakışın anlamını ölçüyor, sabrını ve stratejisini titizlikle koruyordu. Onun gözlerinde, bu kaosun içinde bile geleceğin gücü ve ışığı parlıyordu. Her tartışma bir prova, her engel bir sınavdı ve o gün herkes farkında olmasa da tarih yeni bir döneme hazırlanıyordu.

Akşam olunca Ankara’nın sessizliği bile değişmişti. Rüzgârın uğultusunda bir şey fısıldıyordu: Yeni bir dönem başlıyor. Tartışmalarda kararlılık, bakışlarda cesaret vardı. Kimse fark etmemişti belki, ama o gün atılan her adım, 29 Ekim’de doğacak güneşin temel taşlarını döşüyordu. Taş binalar, meydanlar ve sokaklar, geleceğin sessiz tanıkları olarak tarih sahnesinde yerlerini alıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın köşkteki duruşu, gençlerin sokaklardaki merakı, vekillerin çatışmaları ve halkın umut dolu sessizliği bir araya gelerek görünmez bir fırtına yaratıyordu.

Ve o gece Ankara, gökyüzü altında sessizce nefes alıyordu. Şehir, geçmişin acı izlerini taşıyor, ama aynı zamanda yeni bir ışığın doğuşunu bekliyordu. İnsanlar evlerine çekilirken bilinçsizce bir fırtınanın tam ortasında olduklarını hissediyor ama adını koyamıyorlardı. Her köşe başında tarih kendi sessiz dilini konuşuyor, her taşın ardında geleceğin habercisi gizleniyordu.

Bugün biz de 18 Ekim’de o tarihi sessizliği, o görünmez fırtınayı hatırlıyoruz, çünkü her büyük devrim görünmeyen bir hazırlıkla başlar. Her tarihî adım sessiz bir kararlılıkla atılır. O gün Ankara’da atan kalpler, geleceğin ışığını sezmişti. Ve biz hâlâ o sessiz fırtınayı yüreğimizde taşıyoruz. Çünkü Cumhuriyet, o fırtınanın ardından görkemli bir şekilde doğdu.