Geride kalan yıllarda planlama kavramı ve kurumu üzerinde tartışmalar yaşanmıştı...
Popülist sağ siyaset "bize Plan değil pilav lazım" derken, sonraki yılların ipucunu da vermişti:
Denetimsiz serbest piyasa, vahşi kapitalizm ve nihayet özelleştirmeler ile kamuya ait ne varsa satıp, kurtulmak!
Bu politikayı da izlediler...
Demirel, Özal, Çiller ve AK Partili yönetimler...
Oysa pilav için de Plan gerekiyordu...
Kaldı ki Planlama salt kamunun da değil, özel sektörün de menfaatine idi...
Yeterince önem verilmedi; Türkiye, ithal ikamesi çemberi ile karşılaştırmalı üstünlük kuramı anaforunda sahipsiz bırakıldı.
Gelinen nokta bellidir: Devlet de, Yurttaş da borçludur!
Liberal, piyasacı, özelleştirmeci, sıcak paracı, savurgan, israfçı, lüks düşkünü ithalatçı bu siyasetler, yıllardır Türkiye'yi borca batırmış, yurttaşı da kredi kartına muhtaç etmiştir..
Bunlara benzemekle de çıkış yoktur..
Oysa gerçek gereksinme hiç değişmemiştir...
Planlama, tasarruf, milli gümrük, kamu yatırımı, meslek veren eğitim, vergide adalet, ücrette hakkaniyet şarttır..
Öyle olursa özgürlük içinde kalkınma olur, bilim olur, hayat yaşarken cennet olur(du)...
Bizlerse, cehenneme açılan kapıları kuralsızlık, kayıt - dışılık, kopyacılık ile ördük...
Kuşkusuz planlama ile birlikte karma ekonominin de ete kemiğe bürünmesi daha olanaklı olacaktı...
Ve kamucu, planlamacı, bütünsel kalkınmacı anlayışın bir de paradigması gündeme gelecekti:
Birincil meselemiz, refah toplumu, sosyal devlet şiarıyla büyümede istikrar olarak belirecekti..
Bu böyle benimsendiğinde şu kabul de kendisini perçinleyecekti:
"Ekonomide asli faaliyetimiz, ücretliden vergi koparmak değil; hakça bir vergi düzeni tesis etmek ve de 'yabancıyı' değil ülkemizin üreticilerini desteklemek olmalıdır..."
Planlamayı unuttuk, ormanı, ağacı, gölü, akarsuyu kuruttuk...
Ekonominin dümeni elimizden gitti; pilavdan da olduk!