Yazılarımda su konusuna çok önem vermeye çalışıyorum.
Önümüzdeki olası Dünya Savaşı “su” meselesi üzerinde patlayacak.
Dolayısıyla “su” kaynaklarının korunması ve yönetimi yaşam kalitesi de dahil büyük önem arz ediyor.
Haberlerde izliyoruz ülkemiz yağış konusunda kısırlık içinde dahası orman ve yeşil alanlarımız yapılaşma ve özel tasarrufun baskısı altında…
Türkiye gibi Devlet Su İşleri’ni yapılandırmış, barajlar, göletler, tarım alanları sulamasına büyük emekler vermiş bir ülkede, su konusunda daha duyarlı olmamızı beklemek hakkımızdır.
Ülkemizin “iklim değişikliği”, “karbon salınımı”, “yeşil enerji” konusunda uluslararası söz-verimlerime deyim yerindeyse bodoslama atlamasından çok kendi ulusal su kaynaklarına sahip çıkması beklenir ve gerekir.
Bu erekle en başta da su kaynaklarının bir fotoğrafını çekmek ve temel tespitler yapmalıyız.
Yapmalıyız ki, su konusunun gerçek ve tutarlı bir planlama ile sürdürülmesi gereğini asla gözden kaçırmış olmayalım.
Onca zorluklara ve ihmal edilmişliğe karşın, Türkiye, coğrafi konumu ve iklim özellikleri nedeniyle su kaynakları açısından çeşitlilik gösteren bir ülkedir.
Bununla birlikte ve bunun yanı sıra, su kaynaklarının dağılımı bölgesel farklılıklar göstermekte ve bazı bölgelerde su kıtlığı yaşanmaktadır.
Türkiye’de toplam yıllık kullanılabilir su potansiyeli yaklaşık 112 milyar metreküp olarak hesaplanmaktadır. Büyük nehirler arasında Fırat, Dicle, Kızılırmak, Sakarya ve Büyük Menderes öne çıkarken, Van Gölü, Tuz Gölü ve Beyşehir Gölü gibi doğal göller de su kaynaklarının önemli bir parçasıdır.
Ne var ki daha geçenlerde yerinde gözlemlediğim gibi Beyşehir gölünün altıda beşi heba olmuştur. Ne bu açıdan ne de Fırat ve Dicle sularının bir üst kurulla uluslararası düzlemde elimizi güçlendirmesi bağlamında (dört yıldır yazmaya çalıştığım gibi) herhangi bir olumlu gelişme sağlanmış değildir.
Öte yandan, büyük ve orta ölçekli kentlerde temiz ve sağlıklı içme suyu tedariki için kanalların tevsii işleri akamete uğramakta, kırsal alanda su havzalarının korunmasına yönelik çalışmalar ve sulama işleri “ödenek yetersizliğine” takılmaktadır…
Eğer yüzey suları, yeraltı suları ve göller gibi çeşitli su kaynaklarını, hem içme suyu hem de tarımsal anlamda ve endüstriyel anlamda ve enerji üretimi gibi alanlarda kullanamazsak ciddi ekonomik kayıplarla yüzleşmek durumunda kalacağız.
Bu bir, ikinci olarak, ülkemizde ortalama yıllık yağış miktarı yaklaşık 643 mm’dir ve bu miktar, Avrupa ortalamasının altındadır. Bu olgu da bize kesinkes tasarrufu dayatmaktadır.
Evet, Türkiye’de su kaynaklarının yönetimi ve sürdürülebilir kullanımı kritik bir konudur.
İklim değişikliği, nüfus artışı ve sanayileşme gibi faktörler, suya olan talebi artırmakta ve mevcut kaynaklar üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Özellikle kuraklık riski yüksek olan Orta Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde su yönetimi stratejileri büyük önem taşımaktadır.
Bu bağlamda KOP, Trakya Ovası ve tabii GAP gibi projeler mutlaka tamama erdirilmek zorundadır.
Nihayet, hidroelektrik santraller, Türkiye’nin enerji üretiminde önemli bir yer tutmakla birlikte, su kaynaklarının etkin yönetimini gerektirmektedir.
Ayrıca, modern sulama tekniklerinin yaygınlaştırılması ve su tasarrufu sağlayan yöntemlerin geliştirilmesi, tarımsal su kullanımında verimliliği artırabilir.
Sonuç olarak,
Türkiye’de su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir şekilde yönetilmesi, gelecek nesillerin su ihtiyacının karşılanması açısından büyük önem taşımaktadır.
Su tasarrufu, bilinçli tüketim ve su kaynaklarının korunmasına yönelik politikaların etkin şekilde uygulanması, ülkenin su krizine karşı dirençli hale gelmesini sağlayacaktır…