1. İnsan Nedir? - Mark Twain (1906)

İnsan Nedir? Gerek sunuluş biçimi gerekse içeriği açısından Twain’in diğer eserleri arasında farklı bir yere sahiptir. Kitap, iki adam arasında geçen bir diyalog biçiminde yazılmıştır. Kitabı okurken, ununu eleyip eleğini asmış, köşesine çekilmiş ve biraz da alaycı yaşlı bir adam ile deneyimsiz, yargılarında pek aceleci ve heyecanlı, genç bir adam arasında geçen felsefik bir diyaloga şahit oluyoruz -tıpkı Platon’un meşhur diyaloglarında ya da diyalog biçiminde yazılmış başka birçok eserde olduğu gibi, üzerine konuşulan konuların farklı perspektiflerden değerlendirildiğini görüyoruz. Yaşlı Adam insana dair, insanın ne olduğuna dair kendi fikirlerini ortaya koyar ve gerekçelendirirken, Genç Adam ise bunlara sürekli itiraz eder. Ne var ki Yaşlı Adam’ın sorduğu sorular Genç Adam’ı bu itirazların haklı olup olmadığını sorgulamaya zorluyor. Twain böylece, kitabı okuyan bizleri de bu sohbete dâhil ediyor ve biz de kendimizi bu diyalogun taraflarını sorgularken buluyoruz.

2. Beyaz Zambaklar Ülkesi - Grigory Petrov (1923)

Meşhur bir atasözü der ki: “Yeni toplumlar, kendileriyle birlikte yeni şarkılar üretirler.”
Zaman geçip gittikçe nesiller değişiyor ve yenileniyor. Her nesil gelişirken kendisiyle birlikte yeni kavramlar, yeni söylemler, yeni ihtiyaçlar ve talepler de getiriyor. Artık yeni nesillere eskimiş ve zaman aşımına uğramış yönetim biçimleri ve yasalar zorla uygulanamaz.

3. İrade Terbiyesi – Jules Payot (1895)

Jules Payot'un 1893 yılında kaleme aldığı İrade Terbiyesi, günümüz için de güncelliğini koruyan ve temeli insan olan iradenin sorun teşkil ettiği noktalara itina ile değindiği ve bunlara akılcı, tezli bir bakış açısı ile yaklaştığı tespit ve yöntemler kitabıdır. Tabiri caizse, insanın iradesini yönetebilmesinin anahtarıdır.

İrade Terbiyesi, değil başucu kitabı, yaşam boyu kendinizle mücadele ettiğiniz her an yanınızda bulunduracağınız, yol gösterici kitabınız olacak.

Düşüncelerimiz üzerinde tam güce sahip olabiliriz ancak düşüncelerimiz, tembelliğe ve şehvete karşı neredeyse hiç mücadele edemeyecek kadar güçsüzdür.

4. Beş Şehir - Ahmet Hamdi Tanpınar (1946)

Kaleme aldığı tüm eserleriyle Türk edebiyatında iz bırakmayı başaran Ahmet Hamdi Tanpınar, deneme türündeki ustalığını ise Beş Şehir adlı eseri ile gözler önüne seriyor. İlk baskısı 1946 yılında yapılan kitap, yayımlandığı günden bu yana adından söz ettirmeye devam ediyor. Beş Şehir, Türk edebiyatında halen deneme türünde yazılmış en önemli eserlerin başında geliyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’de sırasıyla Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbul’u konu ediniyor. Yazar, bizzat gezip gördüğü ve tarihini araştırdığı bu şehirler hakkındaki bilgilerle okuyucusuna rehberlik ederken, kendi duygularını da anlatıma dâhil ederek kitaba edebi bir ruh kazandırıyor.

5. Yüzyıllık Yalnızlık – Gabriel Garcia Marquez (1967)

"Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.

6. Sisifos Söyleni – Albert Camus (1942)

Albert Camus, Yunan mitolojisindeki bu anlatıdan esinlenerek kaleme aldığı “Sisifos Söyleni’nde, bu mitolojik olayı hayatla ilişkilendiriyor. Hayat da aynı Sisifos’un hikayesinde olduğu gibi sürekli bitmek tükenmek bilmeyen bir çaba ile devam ediyor. Üstelik bu çabanın sonunda varılacak bir nokta olmadığının da herkes farkında.

Yaşam bu kadar boş bir yolculuksa, intihar mantıklı bir çıkış yolu mudur? Okuyucuyu bu soru çevresinde dolaştıran kitap, bakış açısını değiştirerek yaşama dair yeni bir hedef noktası belirliyor. Milyar yıllık dünyada gelmiş geçmiş onca insanın, bu “absürt” denilebilecek çabayı sürdürerek hayatta kalmasının elbette ki bir sebebi olmalı… Bu da hiç şüphesiz ki başkaldırı! Hayata başkaldırmak, intihar etmek değil; tüm bu absürtlüğe inat yaşamayı sürdürebilmektir. Ve mutluluk da ancak ve ancak başkaldırı yoluyla mümkün olacaktır!

7. Bulantı – Jean Paul Sartre (1981)

20. yüzyılın önde gelen aydınlarından Jean-Paul Sartre, romanları, oyunları ve düşünce yazılarıyla varoluşçuluk düşüncesini olduğu kadar bütün bir yüzyılı da derinden etkilemiştir.
Bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden Jean-Paul Sartre'ın ilk romanı. Bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçu akımın sözcülüğünü üstlenen Sartre, adını 1938'de yayımlanan bu romanıyla duyurmuştu. Günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatıyordu. Bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, Roquentin'in kendi bedenine de yönelikti. Kimi eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirdilerse de, Bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan Sartre'ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıt.

8. Görme Biçimleri – John Berger (1972)

Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.

Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek bulunuruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Her akşam güneşin batışını görürüz.
Dünyanın güneşe arkasını dönmekte olduğunu biliriz. Ne var ki bu bilgi, bu açıklama gördüklerimize uymaz hiçbir zaman. Gerçeküstücü ressam Magritte "Düşlerin Anahtarı" adlı resminde sözcüklerle nesneler arasında her zaman var olan bu uçurumu yorumlamıştır.

9. Pal Sokağı Çocukları – Ferenc Molnar (1906)

Nemecsek, Boka ve Pál Sokağı'nın öbür çocukları 1907 yılında Budapeşte'nin yoksul Józsefváros semtinden yola çıktılar. Bugün artık bütün dünyada tanınıyorlar. Bugüne kadar her yaştan milyonlarca insan onların dokunaklı hikâyesini okudu; tıpkı Budapeşteli çocuklar gibi onlar da Boka'nın cesaretine hayran oldu, Nemecsek'in ürkek ama kararlı kahramanlığı karşısında gözyaşlarını tutamadı.

Şimdi artık Pál Sokağı Çocukları'nın Arsasında kocaman çok katlı evler var. Ama ne gam: Dünyanın bütün çocukları Pál Sokağı'ndandır!

10. Elif – Paulo Coelho (2010)

"Hilal'e isminin anlamını sordu; Türkçede ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi demektir. Ülkemin bayrağında da vardır hilal."

Elif'in başkahramanı dünyaca meşhur yazar Paulo Coelho, bir süredir bilgelik yolunda gelişmesinin durduğunu hissetmektedir. Belki de yapması gereken tek şey, esrarengiz ustası J.nin tavsiyesine uyup, "Gönlünün onu çektiği yere," gitmektir.

Rastlantılar Coelho'yu Rusya'ya savurur. 9288 kilometrelik yolu, bu uçsuz bucaksız ülkeyi, baştan sona trenle kat etmeye karar verir. Daha ilk durağından itibaren manevi bir arayışa dönüşen bu yolculukta ona üç kişi eşlik eder: Bir Tao ustası, Rus yayıncısı ve en ilginci, yetenekli bir keman virtüözü olan, sıra dışı genç bir Türk kadını; Hilal.

Coelho, son romanı Elif'le, bir kez daha hayatı güzelleştiren hazineleri ve mucizeleri kutluyor. Zamanın, mekânın, yaşadığımız başka hayatların dışında bir yerde, katıksız "aşk"ın peşinde, ruhun upuzun yolunu kat ediyor.

Ama bu kez, bizlere çok tanıdık gelen duraklardan geçerek.

11. Denemeler – Montaigne (1580)

Montaigne az sayıda insan için yazdığını iddia etse de, Denemeler bugün hâlâ dünyanın her yerinde aynı etki ve güncellikle yazarının adını parlatmaya devam ediyor. Kendi kendini büyük bir dikkatle, çekincesiz eleştirel bir titizlikle ve dur durak bilmeyen bir nüktedanlıkla gözleyen bu parlak zekânın “yaşamının çoğu gününü ve gününün çoğu zamanını” geçirdiği kütüphanesine çekilerek evrensel insanın portresini dostça bir hava içinde çizdiği sayfalar, zamana meydan okuyarak bugün de bizi düşünmeye, özellikle de kendi kendimizi düşünmeye, sadece kendi özgür düşüncemize ve yargımıza güvenmeye davet ediyor.

12. Don Kişot – Miguel De Cervantes (1605)

Don Kişot'u bilirsiniz, hani şu ince-uzun, sakallı, şövalye romanları okuya okuya sonunda şövalye olmaya özenen roman karakteri. Dulcinea del Toboso'ya aşıktır, kendi gibi zayıf, çelimsiz Rocinante adlı bir atı vardır. Seyisi-yardımcısı-dostu Sanço Panza ile atışır sık sık. İşte yeldeğirmenlerine savaş açan bu aşık, yaşlı şövalye, Miguel de Cervantes Saavedra'nın yazdığı bu romanın başkahramanıdır.

Edebiyatta roman türünün başlangıcı sayılan ve birinci bölümü 1605 yılında yayımlanan İspanyol edebiyatının bu başyapıtı, yayımlandığı günden beri pek çok dile çevrildi, defalarca basıldı.

Elinizdeki bu kitap, Türk edebiyatının önemli yazarlarından Reşat Nuri Güntekin tarafından Don Kişot'un kısaltılmış, Fransızca bir versiyonundan çevrildi. Kitapta yer alan resimler, Gustave Doré'nin Don Kişot için yaptığı gravürlerden seçildi.

13. Doğunun Limanları – Amin Maalouf (1996)

Amin Maalouf, Osmanlı İmparatorluğu'nu, etnik çatışma ve çözülmeyi, Avrupa'yla Doğu'nun, dillerin ve dinlerin tanışma noktası Doğu Limanları'nı anlatıyor. İnce dokunmuş bir tarih örtüsüne işlenmiş kentler ve yaşamlar var bu satırlarda.

14. Yorgunluk Toplumu – Byung Chul Han (2010)

“Prometheus miti, kendi kendisine şiddet uygulayan, kendi kendisiyle savaş halindeki günümüz performans öznesinin psikolojik aygıtının bir sahnesi olarak yeniden yorumlanabilir. Kendisini özgür zanneden performans öznesi aslında Prometheus gibi zincirlenmiştir. Sürekli büyüyen ciğeriyle beslenen kartal, performans öznesinin savaştığı alter egosudur. Böyle bakıldığında Prometheus ile kartal arasındaki ilişki bir kendilik-ilişkisi, bir kendi kendini sömürme ilişkisidir. Kendinde ağrısız olan ciğerin ağrısı ise yorgunluktur. Böylece Prometheus, kendini sömüren bir özne olarak sonsuz yorgunluğa yenik düşecektir. Performans öznesi yorgunluk toplumunun kök-figürüdür.”

Yorgunluk Toplumu, günümüzün en etkili filozoflarından Byung - Chul Han’ın başyapıtıdır.

15. Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar (1995)

Puslu Kıtalar Atlası, ana tema olarak varlığın gerçekliğini ve kurgusallığını sorguluyor. Roman boyu ön planda tutulan bu sorgulama, okurun kitapta gerçekleşen tüm olaylara farkındalık ile yaklaşmasını sağlıyor. Hatta romanın başkahramanı Uzun İhsan da olay örgüsünü aynı ikilem üzerinden başlatıyor.

Romanın başında Uzun İhsan, okuduğu bir kitabın etkisinde kalarak sürekli varlığın gerçek mi yoksa düş mü olduğuna kafa yormaya başlıyor. Bunun sonucunda uyku şurubu içerek düşler alemini dolaşmaya karar veriyor. Gördüğü rüyaları ise bir kitaba aktararak oğlu Bünyamin’e veriyor.

Uzun İhsan’ın gördüğü düşler ve oğluna bıraktığı kitap, romanın çerçevesini oluşturuyor. Altı bölümden oluşan romanda, söz konusu ana hikaye ve Bünyamin’in maceralarından oluşan farklı öyküler yer alıyor. Bu noktada Bünyamin de romanın bir diğer başkahramanı olarak okurun karşısına çıkıyor. Babasının ona bıraktığı atlas rehberliğinde düşler aleminde yolculuğa çıkan Bünyamin, bu serüvenin sonunda sizce nasıl bir cevaba ulaşacak?