Başkent Ankara’da gerçekleşen konferansta, Türk dilinin günümüzde karşı karşıya olduğu sorunlar ve geleceğe yönelik yol haritası değerlendirildi.
“15 Aralık Dünya Türk Dili Ailesi Günü” kapsamında gerçekleştirilen programda Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. İskender Öksüz ve Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu konuşmacı olarak yer aldı.
Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Kocatepe Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinliğin moderatörlüğünü Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu yaptı.
Halaçoğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın sağlık sorunları nedeniyle programa katılamadığını açıklayarak, etkinliğe verdiği destek ve ev sahipliği için teşekkürlerini iletti.
Rahatsızlığı nedeniyle konferansa çevrim içi katılan tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkçenin Çin içlerinden başlayarak Tuna havzasına kadar uzanan geniş bir dil ailesi olduğunu belirtti.
Ortaylı, Türkçe konuşan toplulukların farklı coğrafyalarda yaşasalar da birbirlerini belirli ölçülerde anlayabildiklerini vurguladı.
Türkçenin tarih boyunca konuşulduğu coğrafyalarda çeşitli olaylar yaşayarak değişim geçirdiğini dile getiren Ortaylı, Orta Asya’da bazı kelimelerin Rusça etkisiyle dönüştüğünü, Balkanlar’da ise farklı bir dilsel değişimin yaşandığını ifade etti.
İlber Ortaylı, değerlendirmesine şu sözlerle devam etti:
“Sınırsız bir şekilde dili ayıklamak Türkçede mümkün değildir. Yeni kelimeleri atmak taraftarı değiliz. Filolojik tetkiklere devam etmeliyiz. Türkçe konuşulan dillerin her biri lehçedir diyenler var.
‘Lehçe değil, lisandır’ diyenler vardır. Soğuk harpte büyüyen neslin zamanında bu suni bölünmenin, Sovyetler Türkolojisinin Rusya’dan aldığı bir politika olduğu, bölücü olduğu konuşuluyordu.
Ama öyle değil, Amerikan Türkolojisi ortaya çıktı çıkalı, daha gülünç görüşler ortaya çıkıyor. Lehçeyi lisan haline getirmek düpedüz siyasidir. Türk dünyası dillerinde Cumhuriyetlerimize, siyasi sınırlarımıza tekabül edenleri bugün konuşup, ele alıyor ve kabul ediyoruz.
Maalesef Azerbaycan halkının konuştuğu İstanbul Türkçesini Türkiye’de kaybettik. Türkiye’nin güzel Türkçesi İstanbul Türkçesidir. Türkçe kabiliyetli bir dildir.
Eğer bugün Türkçemizi istila eden düşman dalga olmasa, yani televizyonlardaki spikerlerin kötü Türkçesi olmasa ve bunlar okullara yayılmasa, bilhassa kız çocuklarına kibar bir dil örneği empoze edilmese, Türkçemizin bozulmasına neden yoktur.”
Türkçenin “prodental bir dil” olduğunu vurgulayan Ortaylı, bu özelliği sayesinde Türklerin farklı dilleri doğru ve rahat bir biçimde telaffuz edebildiğini belirtti.
Sözlerine devam eden Ortaylı, “Türk dünyasındaki dilleri anlamıyoruz demeyin. Kazakistan, Kırgızistan köylüleri ve üniversite hocaları ile temasa geçtiğinizde, Türkçeyi daha iyi anlarsınız. Dille oynanmaz. Dille oynayan milletler hüsrana uğrar. Mücadele edeceğiniz insanlar, Türk dilini gündemden almaya çalışanlar. Bugün için en büyük problemimiz Kırım Türklerinin kullandığı dil durumudur. Kırım Türkleri Rusya baskısı altındadır. Kırım Türklerini, gençlerini Türkiye’ye çekme, dillerini Türkçeye çekmemiz gerekiyor. Türkçenin en temiz konuşulduğu yer kuzey Suriye’dir, yani Halep ve Musul Türkmenleridir, Makedonya ve Bulgaristan bölgesinin Türkleridir. Burada siyasi ve kültürel uyanıklığımız olmalıdır. Buradaki gençlerin nüfusu birkaç milyonu geçmez. Bu gençler Türkiye’ye yük değildir. Onları ülkemize çekmeliyiz” ifadelerine yer verdi.
Konferansta konuşan Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ise Türk milletini tarih sahnesinden silmeyi amaçlayan her girişimin başarısızlığa mahkum olduğunu vurguladı.
Ercilasun, 3 Kasım’da Semerkant’ta Dünya Türk Dili Ailesi Günü’nün kabul edildiğini hatırlatarak, bu sürece önemli katkılar sunan Prof. Dr. Öcal Oğuz’a teşekkürlerini iletti.
Türk dili ve Türk tarihi alanında daha fazla kültürel üretim yapılması gerektiğinin altını çizen Ercilasun, şu değerlendirmede bulundu:
“Bunun için besteler yapılmalı. Alfabesi çözülen Orhun Anıtları’ndaki yazıtları Ergenekon’dan çıktı. Buna ‘bir efsane’ deniliyor. Efsane değil. 5-6 Çin kaynağında tespit edilmiştir gerçek olduğu.
Ergenekon neden bir müzikli sahne eserine konu olmadı? Kendi tarihimizi neden sahnelerde canlandırmayalım. Kosova’dan Moğolistan’a uzanan, batıdan dünyaya büyük bir Türk dünyası var.
Bu dili çeşitli lehçelerle konuşan 250 milyon insan var. Türkçe çok büyük bir dildir. Türkçe kesintisiz olarak bugüne geliyor. Hatta 9 bin yıl önceye kadar gidiyor konuşma dili olarak. Dolayısıyla bu dili sahnelere taşımalıyız ve korumalıyız.”
Ercilasun ayrıca, Türkiye’den sonra en yoğun Türk nüfusunun İran’da ve Doğu Türkistan’da yaşadığını vurgulayarak, Irak, Kerkük ve Kırım Türkleriyle kültürel bağların koparılmaması gerektiğini belirtti.
Prof. Dr. İskender Öksüz de dilin sadece bir iletişim aracı değil, doğrudan kültürün kendisi olduğunu vurguldı.
Tarih, destan, masal, türkü ve din gibi ögelerin dil üzerinden şekillendiğini ifade eden Öksüz, dili “mekan” ve “zaman” bağlamında analiz ettiğini belirtti.
Öksüz, egemen sınırlar içerisinde Türkçenin yaygınlaştırılması ve korunmasının önemine dikkat çekti.
Dilin milletin tanımı olduğunu dile getiren Öksüz, “Devletin görevi, gelen nesle dilini öğretmek. Dil, millet, devlet bir çarkın tamamıdır. Bu çarka çomak sokarsanız, atık su gibi döne döne gider. Dolayısıyla dilimizi korumalıyız. Dilde birlik önemlidir” şeklinde konuştu.
Konferansın moderatörü Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ise bir dilin yaşayabilmesi için millet bilincinin en önemli unsur olduğunu açıkladı.
Millet olmadan devletin varlığından söz edilemeyeceğini belirten Halaçoğlu, Atatürk’ün 1931 yılında ortaya koyduğu Türk Tarih Tezi’ne atıf yaptı.
Halaçoğlu, “Vatan ve millet olmadan devlet olmaz. Atatürk 1931’de Türk Tarih Tezi’ni ortaya koyarken, ‘Türklerin tarihi sadece Osmanlı ve Selçuklulardan ibaret değildir.’ diyor. Tarihte ne zaman bir Türk devleti yıkılsa, yerine bir Türk devleti kurulmuştur. Türkler çok geniş coğrafyada devletler kurmuş. Bugün Osmanlı dönemi Türkçesi dediğimiz dili okumak ve yazmak için Arapça ve Farsça bilmek gereklidir. Bu yüzden Anadolu’da okuma yazma oranı Osmanlı’da çok düşüktü. Bu yüzden Atatürk, Latin alfabesine geçişi sağladı” ifadelerine yer verdi.
Halaçoğlu, konuşmasını “Türkçe düşüneceğiz, Türkçe konuşacağız. Türk milletinin varlığı Türkçe konuşmasına bağladır. Türk demek, Türkçe demektir. Ne mutlu Türküm diyene” sözleriyle tamamladı.




