Betül DEMİR'in 26 Aralık 2024 tarihli yazısı: Herkes “Normal” Olmak Zorunda mı?
Toplumun bize öğrettiği en ilginç şeylerden biri, bir şekilde “normal” diye tanımladıkları bir kalıba sığmamız gerektiği. Hepimizin aynı olmasını bekliyor gibiler, sanki tek tip bir tarif var da bizden o tarifin malzemesi olmamız isteniyor. Peki, neden? Neden herkes aynı şekilde düşünmek, aynı şekilde hissetmek, aynı şekilde yaşamak zorunda?
Bazen oturup düşünüyorum. "Normal" dediğimiz şey aslında kimin doğrusu? Birinin “normal” dediği bir başkasına saçma gelebilir. Örneğin, bir yerde sabah erken kalkmak ve gün boyu çalışmak sıradan bir rutin sayılırken, başka bir yerde gece geç saatlere kadar oturup sabahları uzun kahvaltılar yapmak tamamen doğal. Hangisi doğru, hangisi yanlış? Böyle bir ayrım yapmak mümkün mü?
Çocukken, farklı olduğumuzu fark ettiğimiz anlar olur. Bazen bir oyunu daha farklı oynamak isteriz ya da bir etkinlikte diğerlerinden ayrılırız. O anlarda, büyükler genelde bizi uyarır: “Öyle yapma, insanlar ne der?” İşte burada başlıyor her şey. İnsanların ne dediğine takılı kalmaya başladığımız anda, kendi “norm”larımızı yaratma cesaretimizi kaybediyoruz. Başkalarının beklentileri, bizim yaşam haritamızı çiziyor.
Aslında kimse tamamen “normal” değil. Herkesin bir tuhaflığı, bir farklılığı, bir parıltısı var. Ama bu farklılıkları kabul etmek yerine, onları bastırmamız gerektiği öğretiliyor. Kendimizi küçük kutulara sokmaya çalışıyoruz ve bu kutuların içinde boğuluyoruz. Bu kutular, bir meslek seçimi olabilir, bir yaşam tarzı olabilir, hatta basit bir hobi bile olabilir. Her şeyin onaylanması gerektiği hissi, bizi kendimize yabancılaştırıyor.
Farklı olmak korkutucu gelmiyor mu bazen? Çünkü toplumda “anormal” olmak, dışlanmak anlamına geliyor. Ama düşündüğümüzde, tarihte kimler gerçekten bir iz bırakmış? Kalabalığın içinde kaybolmayı reddedenler değil mi? Farklı düşünenler, “bu neden böyle olmalı?” diye soranlar. İşte bu cesaret, yaşamı anlamlı kılan şeylerden biri.
Belki de kendimize şu soruyu sormalıyız: Başkalarının normaline uyum sağlamak için mi yaşıyoruz, yoksa kendi içimize dönüp bizi gerçekten mutlu eden şeyi bulmak için mi? Çünkü hayatın sonunda, ne kadar "uyum sağladığımız" değil, ne kadar "kendimiz olabildiğimiz" önemli olacak.
Kimseye benzemek zorunda değiliz. Çünkü her birimizin hikayesi, farklı bir resim gibi. Renklerimiz, çizgilerimiz, dokularımız birbirinden ayrı. İşte bu yüzden, birbirimize benzemeye çalışmak yerine, kendi renklerimizi ortaya çıkarmalıyız. Kimin ne düşündüğüyle değil, kendi iç sesimizle yol almalıyız.