Uçağa su ve benzeri sıvıların sokulmasının yasaklanması, modern havacılık güvenliğinin en önemli uygulamalarından birini oluşturmaktadır.
Uzmanlara göre bu yasağın temel nedeni, 11 Eylül saldırıları sonrasında ortaya çıkan güvenlik tehditleri ve özellikle likit patlayıcıların uçaklar için ciddi risk oluşturmasıdır.
Yolcuların güvenlik kontrolünden önce satın aldığı su şişeleri uçağa alınmaz çünkü sıvı patlayıcıların tespit edilmesi mevcut cihazlarla oldukça zordur. Bu nedenle uluslararası havacılık otoriteleri, yolcuların yanlarında taşıyabilecekleri sıvıları 100 mililitrelik kaplarla sınırlandırmış ve toplam sıvı miktarını 1 litre olarak belirlemiştir. Reçeteli ilaçlar ve uçuş süresince ihtiyaç duyulan bebek mamaları bu kuralın dışında tutulmaktadır.
Elektronik cihazlara yönelik ek güvenlik kontrolleri de benzer gerekçelerle uygulanmaktadır. Geçmişte bazı terör gruplarının laptop ve tabletlerin içine bomba düzenekleri gizlemeye çalıştığı tespit edilmiş, bu durum ek tarama zorunluluğunu doğurmuştur.
Havalimanının ikinci güvenlik noktasından sonra satılan suların uçağa alınabilmesinin nedeni, bu ürünlerin akredite firmalar tarafından getirilmesi, mühürlü sistemlerle taşınması ve ayrı X-ray taramalarından geçirilmesidir. Bu uygulama havalimanı işletmelerinin satış gelirlerini artırsa da uzmanlara göre kuralın temel amacı tamamen güvenliktir.
2015 Metrojet Faciası
Sıvı kısıtlamalarının önemini gösteren en çarpıcı olaylardan biri, 2015 yılında Sharm el Sheikh’ten Saint Petersburg’a giden Metrojet’e ait Airbus A321’in düşmesidir. Yapılan incelemelerde teröristlerin, 330 mililitrelik bir içecek kutusunun içine yerleştirdikleri sıvı patlayıcıyı bagaj bölümünde infilak ettirdiği belirlenmiştir.
Patlama, 30 bin feet üzerindeki irtifada ani basınç kaybına yol açmış ve uçağın kuyruk bölümünün kopmasına neden olmuştur. Saldırıdan kısa süre sonra terör örgütü ISIL, saldırıda kullandığı düzenekle ilgili fotoğrafları yayımlayarak olayı üstlenmiştir.