Gazeteci Nursun Erel, mesleğe başladığı zamanlardan söze başlayarak medyada kadın olmak olgusunu değerlendirdi; "Ben 1980 yılında Anadolu Ajansı’nda mesleğe başlamıştım. O sırada çok sayıda kadının da görevli olduğu bir kurumdu Anadolu Ajansı hem içerik açısından hem de kadın erkek eşitliği açısından farklılıklar gösterdi zaman içinde. Halide Edib’in kurulmasında ön ayak olduğu bir ajans, Anadolu Ajansı ama nedense kadın bir genel müdürü olmamış. Mesela bunu sorgulamak gerekir. Biz çok kıymetli meslektaşım Nur Batur ile birlikte bir gazetede muhabir olarak çalışmaya başladık. İkimize hiç de olumsuz bakıldığını hatırlamıyorum. Neredeyse bir buçuk milyon tiraja oturmuş bir gazeteydi. Biz orada haberlerimizle öne geçtik. Sürekli manşetlerdeydik ve daha çok araştırmacı gazetecilik yapma eğilimindeydik ve o dış politika çalışıyordu ben ekonomi çalışıyordum. Dolayısıyla biz kadın olmanın herhangi bir zorluğunu yaşamadık. Buna ek olarak Kanal D'de görev aldığım günleri hatırlıyorum. Ki Orta Doğu’daki tüm çatışmalar ve gerginlikler gündemimizdeydi".

Ergonomi Ne Anlama Gelir? Ergonomi Ne Anlama Gelir?

"Yöneticilerim Sen Kadınsın Girme O Çatışmanın İçine Demediler"

Kofi Annan’ın geleceği dönem Irak'ın karışık olduğunu söyleyen Erel; "Saddam Hüseyin rejimi vardı fakat onun devrilmesi an meselesiydi pek çok ölümler yaşanmıştı fakat ülke ambargo altındaydı yani oraya ne uçak inebiliyordu ne de doğru dürüst bir karayoluyla sınır kapısından girebiliyordunuz. Tek yol Ürdün üzerinden gitmekti ve biz bunu yaptık defalarca hem de kameramanım Ali Berber ile birlikte, önce Ürdün’e Amman’a gidiyorduk sonra oradan önceden kiraladığımız bir GMC ile aşağı yukarı 12-13 saat gece yol alarak, işte çölleri şunları bunları geçerek varıyorduk Bağdat'a. Ki o yollarda çok zorluklarla karşılaştık. AIDS testi yapmak istediler bize, böyle kocaman bir şırınga ile geldi adam kan almak için. E bu mikroplu olabilir şu olabilir bu olabilir yani çok sayıda sorun yaşadık ancak bir dönem şuan ki  İsrail Filistin savaşına benzer bir gerginlik dönemiydi. Ben Yaser Arafat'tan randevu almıştım ve Ramallah’ta kendisiyle bir özel röportaj yapmıştım ve bu röportajın görüntülerini geçmek için Kudüs'e geri döndüm aynı gece Ramallah işgal edildi ve benim yöneticilerim geri dönseniz keşke dediler, çatışmaları izleyebilmek için. Biz de kameramanım ile birlikte gittik fakat İsrail hiçbir hudut kapısından geçirmiyor kocaman basın yazmışız tuttuğumuz arabaya bir kere arabaya kesinlikle izin vermediler. Daha sonra şu anda gündemde olan Ramallah kapısına yöneldik onu da birkaç Filistinli kadın yanımızdaydı o gün, “Benim yaşlı babam var” “benim çocuğum var” filan diyerek “Mutlaka gitmem gerekiyor oraya ulaşmam gerekiyor” diyerek Ramallah kapısına beraber gidelim siz de bizle gelin dediler. Biz aşağı yukarı 10 kilometreye yakın bir yol yürüyerek elimizde ağır çantalar, kameralar bunlarla yürüyerek gittik. Yani kadın olmak benim o sırada ne hatırımda idi ne benim yöneticilerim aman sen kadınsın girme o çatışmanın içine dediler. Gayet güzel biz oradaki işlerimizi yaptık, üstelik de oraya vardığımız zaman tankları gördük çatışmalar devam ediyordu sokakta ve bir televizyon binasını sığındık. Ben de adresi vardı oradaki bir kameramanın, o büyük bir şans oldu bizim için çünkü orada iki gazeteci öldürürdü. Biz o binayı sığındık 48 saat orada mahsur kaldık tek bir oda vardı onu da oradaki meslektaşlarım ki Avusturya'dan pek çok farklı ülkeden ve özellikle Arap ülkelerinden arkadaşlar vardı, bana verdiler, sen bu odada dinlen dediler. Hani bana bir tek öyle bir yararı oldu" ifadelerini kullandı.

Muhabir: Arda Kemal Atay