Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Ben Prof. Dr. Serdar Öztürk. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon ve Sinema Bölümü Öğretim üyesiyim. Sinefilozofi dergisinin yayıncısı ve kurucusuyum. Bunun dışında Sinema ve Felsefe Derneği’nin başkanıyım. Aynı zamanda bu yıl altıncısı yapılacak 2018 yılından beri uluslararası sinema felsefe sempozyumları düzenleyicisi ve yürütücüsüyüm. İletişim sosyolojisi, iletişim tarihi, sinema tarihi, sinema felsefesi üzerine yayınlanmış yedi civarında kitabım var. Onun dışında bir tane çeviri kitabım var. 50’den fazla da hem ulusal hem de uluslararası alanda yayınlanmış makalelerim bulunuyor.
Sinema üzerine çalışmak sizce neden önemlidir?
Her çağın kendine ait bir popüler sanatı bulunur. Mesela 18. yüzyıla gittiğinizde romanlarla karşılaşırsınız. Romanlar insanların yaşamlarında en önemli gerçeklik haline gelir. İnsanlar artık romanlarla düşünmeye, romanlarla âşık olmaya başlarlar. Arkadaşlık ilişkileri bile romanlar üzerinden geçer. Dolayısıyla oradaki o semboller, o hikâyeler bize tesir eder fakat sinema günümüzde romanların yerini almış durumdadır. 1890’lı yıllardan itibaren hayatımıza girdiği andan itibaren belki de insanlığın en büyük düşlerinden birisi gerçekleşiyor. Biz daha önce rüyalarımızda hareketli imajları düşünürken ya da işte Agora'da Sokrates ve Platon gibi insanlar Mağara alegorisiyle, gölgeler dünyası vasıtasıyla imajları hareketlendirirken günümüzde gerçekten imajlar hareketlenmiş durumda. Zaman ve hareketi doğrudan sinemayla görmekteyiz. Bu da yeni bir hissiyat, yeni bir düşünce oluşturmuş durumda ve aynı zamanda en popüler sanatlardan birisi olarak sinema hayatımıza girmiş durumda. Eğer sinema bizim üzerimizde bir etki ve güç yaratıyorsa o zaman hayatımızın bir parçası anlamına geliyor. Yani yeme içme gibi insan hayatının özsel parçalarından birisi haline geliyor. Bu sadece sizin bireysel olarak sinemadan, filmlerden etkilenmeniz anlamına gelmiyor, kolektif bir etkiden bahsetmekteyiz. Bu açıdan sinema günümüzün kitle sanatı ve popüler bir sanatı olduğu için akademik düzlem, entelektüel düzlem, sanatsal düzlem ya da kendi aramızda yapacağımız sohbetler gibi bunu değişik düzlemlerde incelememiz gerekiyor.
Sinema ve Felsefe ilişkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Felsefe deyince muhtemelen insanların aklına mantık gelir. Aynı zamanda üzerlerine bir ağırlık çöker. “Ben bununla yani felsefeyle nasıl baş edeceğim?” der. Çünkü felsefe üzerine çok ağır teorik argümanlar ve her filozofun kendine ait bir felsefesi vardır. Bu anlamda yazılı felsefeyle baş etmek o kadar kolay değildir. Çünkü her filozofun dünyasına girmeniz gerekir ve filozofların dünyası da kolay bir dünya değildir. Sinema ise herkesin izleyebileceği bir sanattır, yani sinemayı herkes izleyebilir. Gözlere ve kulaklara sahip olmanız yeterlidir. Bunun yanı sıra felsefe yazılarını okuyabilmek, onları anlayabilmek için sizin öncelikle okuma yazma bilmeniz gerekir. Bununla da sınırlı değildir. Felsefenin dünyasına girerek derin okumalar yapmak zorunludur. Ancak gözleri ve kulaklara sahip olan insan, filmlerde gördüğü insanların acılarına tanık olur. Acı hissiyatı bilincin en önemli adımlarından birisidir. Biz bilinçliliği genellikle bir şeyi fark etmek olarak algılarız. Sinema kanaatimce bizim acıya karşı, acıya karşı hissiyatımızı derinleştirmede, sevince karşı, sevince karşı hissiyatımızı derinleştirmede ve onlarla acı çeken, sevinç duyan insanlar empati kurmamızda en önemli araçlardan birisidir. Çünkü bizzat görüyoruz, bizzat içine dalıyoruz, bizzat işitiyoruz.
Benim bilinç tanımım acı çekme kapasitesine sahip olabilmektir. İnsan ve hayvan dışındaki organizmalar inorganik dünyada acı çekme kapasitesine sahip değillerdir, dolayısıyla bilinçlilerdir. Sinema da bizim bilincimizi kuvvetlendirmemize ve diğerleri ile empati kurmamıza olanak sağlar. Sinemanın yaptığı en önemli felsefe budur. Aynı zamanda sinema hareket ve zaman bloklarını kullanarak bize zamanı gösterir. Sinemanın yaptığı en büyük felsefe içinde yaşadığımız dünyada kendimizi, diğer insanları, inorganik ve hatta kozmik dünya içerisinde zaman ve hareketi olduğu gibi göstererek bir düşünce yaratmasından ileri geliyor. Felsefe yapma biçimleri düzleminde bir ayrım gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda sözlü felsefe, yazılı felsefe ve imajlarla yapılan sinematik felsefe başka bir deyişle sinefilozofinin varlığından söz edebiliriz.
Bir sinema filminin duyu- motor mekanizmamızı bozduğunu nasıl anlarız?
Duy motor mekanizmasını bozma kavramı, Gilles Deleuze’ye aittir. Deleuze, 1980’li yıllardan itibaren birçok kitap yazmış bir sinema filozofudur. Duy Motor mekanizmasının bozulması düşüncenin başlaması açısından önemlidir. Duyu motor mekanizmasının bozulması aynı zamanda bizim arızalanmamız anlamına gelir. Düşüncenin başlaması için arızalanma, yani problemin ortaya çıkması gerekir. Diğer yandan gündelik yaşam içerisinde akar gideriz, günlük rutinlerimizi gerçekleştiririz. Günlük rutinleri gerçekleştirmek, bizim dış dünyayı ve kendimizi gördüğümüz anlamına gelmez, yalnızca var olan eylemleri tekrarlamak anlamına gelir. Ne zaman durumların dışına çıkarsak durumların dışına çıkarsak o zaman olay meydana gelir. Olay birçok şeyin başlangıç noktasıdır. Sinema filmlerinde de sıklıkla karşılaşırız. Kişi her zamanki eylemlerini yapıyor. Daha sonra sokakta yürürken bir başka insanı görüyor ve âşık oluyor. Buradaki aşk olaydır çünkü durumlardan kopmamıza yol açar. Olayı yaşamamız ve devam ettirmemiz ile duyu motor mekanizması bozulmaya başlar.
Neden Sinefilozofi dergisini oluşturma ihtiyacı hissettiniz?
Felsefe masa başında da yapılabilir. Yürüyerek de yapılabilir. Yürümek de benim en güzel eylemlerimden birisidir ve genellikle düşünmelerimi yürüyüş esnasında yaparım, anlık fikirler de böyle gelir. Yine bir yürüyüş esnasında “sinema üzerine daha farklı bir kriter yapma” düşüncesi aklıma geldi. Yurt dışında sinema ve felsefeyi bir arada buluşturan dergi örnekleri mevcuttu. Ben de bunu Türkiye’de yapmak istedim. Günümüzün sosyal medyasından yararlanarak ve uluslararası düzlemde etkinlik göstermek üzere, 2016 yılında küçük bir ekip ile Sinefilozofi dergisini başlattık.
Farklı bir sinema eleştirisi yapalım dedik. Ama aynı zamanda derginin değişik sosyal medya uzanımları da ortaya çıktı. Çünkü bana göre sinema pazar yerinin sanatıdır. Pazar yerinin sanatı ve pazar yerinin felsefesidir. Dolayısıyla yalnızca akademik değil, içerisinde çeşitli kesimlerden insanların yer alması gerekir. Bu nedenle diğer sosyal medya ortamlarından da faydalanarak alanımızı genişlettik. Amacımız, içerisinde çok çeşitli kesimlerin olduğu, herkesin söyleyebilecek bir lafının olduğu ve aynı zamanda filmlerle düşünmeye başladığı ve seçim yapabildiği bir pedagoji inşa etmektir. Çünkü bana göre sinema filmi seçmek etik bir tercihtir. Bu sadece savruk bir şekilde yapılacak bir eylem değildir. Tercih etmek zaten etiktir bir seçimdir. Bir sinema kültürüne sahip olmamız gerekir.