Prof. Dr. Esat ARSLAN'ın 29 Nisan 2024 tarihli yazısı: Hamas-İsrail Savaşında “Üç Cesur Yürek”

           

            Mel Gibson imzalı, vizyona girdiği 1995 yılında sinemalar önünde milletin kuyruk oluşturduğu “Cesur Yürek (Braveheart)” filmini anımsarsınız. Anımsadınız tabii ki, hani canım, Mel Gibson'ın hem başrolde oynadığı hem de yönetmen koltuğunda oturduğu bu film bence dünya sinemasına kazandırılmış şaheserlerden biridir, hiç kuşkunuz olmasın.

13. yüzyıl sonu, 14. yüzyıl başında İskoçların milli kahramanı Wallace'in monarşiye karşı başlatmış olduğu isyan, İskoçya millî tarihinde çok önemli bir yer tutar ve onun insanüstü çabalarla 1297'de Stirling Köprüsü'nde İngilizleri büyük bir yenilgiye uğratması, hiç gerçekleşmeyecek olanı başarmıştır. İskoçların bitmek tükenmek bilmeyen holigan duruşlarını futbol maçlarından hatırlarsınız. İşte duruş ve coşkuları Wallace’i İskoçya’nın koruyucusu yapmıştır. Üzülerek ifade etmek gerekir ki Stirling Köprüsü Zaferi’nin sevinçleri kısa sürmüştür. Ama o bir şekilde isyanı başlatmış ve İskoç halkında millî uyanışı sağlamıştır. -1298'de Falkirk'teki meydan savaşında İngiltere Kralı I. Edward, İskoçları yenmesine karşın.- Bu yenilginin doğal bir sonucu olarak Wallace, sonraki 7 yıl boyunca kaçak olarak yaşamak zorunda kalmıştır. 1305'te, Glasgow’dayken beklenen olmuş, Wallace arkasında saf tutanların ihanetine uğramış, yakalanıp Londra’ya götürülmüştür. Filmdeki sahneleri hep birlikte anımsayalım, o şiddetin ve vahşetin tüm sekanslarının gösterildiği asılma, çekme ve vücudu parçalara ayırma gibi korkunç cezalara maruz bırakılmasını... Yaşatılan acı bir tarafa, sanki kıyamet günü vücudunun tümünün tekrar bir araya gelmesine mâni olunsun diye kesilen başının Londra Köprüsü’ne ve vücudunun diğer parçalarının, isyanın bedelinin acımasız bir hatırlatıcısı olarak birkaç İskoç şehrine dağıtılmasını… (1) Korkuya bakar mısınız sevgili okurlar?

            Ancak film İskoç millî tarihinin bir karması olarak kurgulanmış, tek bir kahramana indirgenmiştir. Filmde yanlış yok mudur? Vardır tabii ki. Mesela akla ilk gelen, filme adını veren “Cesur Yürek” lakabı ilk kez Wallace için değil, “Robert the Bruce” için kullanılmıştır. Hatta bu konuda, gerçek “Cesur Yürek” Bruce'dur diye kitap bile yazılmıştır. (2) Ama bana kalırsa esas olan, korku dağları bekler kabilinden bir monarşinin endişe ve kaygılı sancılar içerisinde kendisine karşı başlatılan isyanı bastırması, halkın belleğinde isyanın bedelinin acımasız bir hatırlatıcısı olarak isyanın elebaşısının paramparça edilmesi ve halkın uhreviyatına bile müdahale edilmesi olgusu. Ancak bir konuyu da söylemeden edemeyeceğim, gerçek Cesur Yürek Robert Bruce, 1329'da ölüm döşeğindeyken şövalyelerinden birine, Tanrı’nın yolunda savaşabilmesi için Haçlı Seferi’ne yüreğini götürmesini istemiştir. Oluşturulan İslam nefretine bakar mısınız? Bunu yapan da kilise. Şövalye Sir James Douglas, Robert'ın kalbini bir çantaya koyar ve savaşın şiddetlendiği Endülüs’e, İspanya'ya gider. Haçlı Seferi’nde Şövalye Douglas yaşamını yitirir ancak savaşa girmeden önce Robert the Bruce'un kalbinin bulunduğu çantayı Müslümanlara fırlatarak askerlerine hitaben "Cesur kalbi takip ediniz" diye seslenir. Şu nefrete bakın. Ama öte yanda Haçlı Seferi’ne maruz kalan Endülüs Müslümanlarının alicenaplığına bir bakar mısınız? Kalp, savaştan sonra İskoçya'ya iade edilmiş, İskoçya'daki Melrose Manastırı'na defnedilmiştir. Şimdi size sormak istiyorum: Kilise’nin kalplerde uyandırmış olduğu şu dehşeti hissedebiliyor musunuz sevgili okurlar? Vicdanların ipotek altına alındığı İsrail ve AB(D)'nin dehşet, vahşet ortaklığından ne farkı var? Ben de derim ki Gazze’deki barbar planlarının, kundaktaki bebeklerin ve minik çocukların barbarca katledilmesinin köklerini buralarda aramak lazım. Yine de Gazze'de vahşi soykırıma karşı özellikle vicdan ve insanlık sahibi Batılı halkların gösterdiği tepki bu nedenle az bir şey değil.

            Ama günümüzde bu duruşa karşı sadece üç cesur yürek, Gazze'ye yönelik devreye sokulan soykırım ve ilhak stratejisini baltalama cesaretini gösterebilmiştir. Ezberleri bozup Siyonazilerin planlarını alt üst etmesini bilmiştir. Bunlardan birincisi, belki de en önde gideni Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır, ikincisi Güney Afrika Devleti ve üçüncüsü de BM'nin Filistin Özel Raportörü Francesca Albanese'dir. (3)

            Başkan Erdoğan, “Hamas, vatanı için savaşan bir mücahitler ordusudur. Asıl terörist örgüt, İsrail devletidir” çıkışıyla gerçekten de Siyonazilerin kimyalarını bozmuştur, onun bu söylemi Batı’nın tüm paradigmalarını yerle bir etmiştir. Erdoğan neyi başarmıştır? Bırakın insanlık ayıbını, Gazze’de insanlık mezbahası kuranlara karşı söylem üstünlüğünü elde ettiği etkili diplomasiyle Siyonistlerin küresel kamuoyunu esir almasını ve manipüle etmesini engellemiştir. Unutmayalım ki Erdoğan, bu sözleri kimsenin konuşmaya cesaret edemediği bir dönemde sarf etmiştir. Erdoğan’ın bu çıkışı, Batı'nın 7 Ekim'deki Aksa Tufanı taarruzunu İsrail'in 11 Eylül'üne benzeterek DAİŞ'leştirdiği Hamas'a karşı dünyayı arkasına almaya çalıştığı en yoğun propaganda diliminde yapmıştır. (3) Tek kelime söyleyelim, başarmış mıdır? Evet başarmıştır ve de örnek bir davranış sergilemiştir. Her platformda Filistin davasına sahip çıkan Erdoğan, Haçlılara meydan okumasını da bilmiştir, aynen Arnold J. Toynbee ‘nin Meydan okuma-Yanıtlama (Challenge& Respond) tezi gibi. Ne demiştir? "Siz bir Haçlı Savaşı mı istiyorsunuz? Öyleyse şunu bilin ki bu millet ölmedi. Dimdik ayakta. Libya'da neysek, Karabağ'da neysek Orta Doğu'da da oyuz" diyerek Haçlı zihniyetinin torunlarına âdeta Selahaddin'i Eyyubi ayarı vermiştir. (3)

Bu yüzden ABD; Suriye’de, Libya’da, Afrika’da yapabildiği kadar Irak’ta Türkiye’nin altını oymaktadır. ABD’nin özel askeri şirketler üzerinden Türkiye’ye karşı atağı bütün hızıyla devam etmektedir. Bu özel şirketler Pentagon, Özel Operasyonlar Komutanlığı (SOCOM) ve CIA’in paravan şirketleri olarak Türkiye’nin bulunduğu her coğrafyayı istikrarsızlaştırma ve kurgulamanın esas kaynağını oluşturmaktadırlar. (4) Ama ABD, Gazze’de her bakımdan açmazdadır, sadece açmazda değil çıkmazdadır da. Uluslararası hukuk, siviller, kadın ve çocuklar, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerini geri dönülemeyecek bir biçimde yitirmiştir. Bütün değerler çöpe atılırken ABD, mega güç konumunu yitirdiği gibi kontrolünü de kaybetmiş durumdadır. Üstüne üstlük, ABD Kongresi Temsilciler Meclisi’nden geçen güvenlik yardımı, bütün bu olanlara tüy dikmiştir. Ukrayna’ya 61 milyar, İsrail’e 25 milyar, Tayvan’a 8 milyar dolar yardım paketi onaylanmıştır. Trump bile ikna edilmiştir. Peki bu paralar neye yarayacaktır, hangi sonuçları doğuracaktır? Söyleyelim. Bir kere her şeyden önce ölen Ukraynalı sayısı artacaktır. İsrail’in, Gazze’de taş üzerinde taş bırakmamasına yardım edecektir. Ama Filistinlilerin savaşma azim ve kararlılığını bitiremeyecektir, bitiremez. Görüyorsunuz, Filistinlilerin direnci ve kararlılığı dünden daha güçlü ve dimdik ayaktadır. Tayvan’a verilen 8 milyar dolar, Çin’in Tayvan’ı anavatana katma kararlılığını geri bıraktırabilir mi? “Güldürme beni hariciye” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Cesur yüreklerin ikincisi, Filistin’de işlenen soykırım suçlarını Lahey Milletlerarası Adalet Divanı'na raporlandırılan, Apertheid rejiminden onlarca yıl mustarip olan Güney Afrika Devleti’dir. Koskoca Almanya’nın İsrail arkasında olduğu bir rezilane savunma mekanizmasına karşı dimdik duran Güney Afrika Devleti’dir. Üçüncüsü ise BM'nin işgal altındaki Filistin toprakları üzerindeki Siyonazi yönetiminin insanlığa karşı işlenen suçların özel raportörü Francesca Albanese’dir. Bir hukuk akademisyeni olarak Tel Aviv'den Londra ve New York'a kadar soykırımcı Siyonistler için tam bir baş belası olduğunu kanıtlamış durumdadır. Francesca, bugün dünyaya Gazze'deki gerçekleri haykıran küresel vicdanın sesi konumundadır. Albanese'nin kısa süre önce yayınladığı “Soykırımın Anatomisi” başlıklı araştırma raporu, dünya çapında büyük yankı uyandırmıştır. Zira Albenese'nin raporu, Güney Afrika'nın Lahey'e sunduğu rapordan siyasi tavır açısından daha etkili ve sistemli bir çalışma olarak gösterilmektedir. (3)

Dolayısıyla Erdoğan'ın oyunbozan stratejisinden cesaret alan Albanese ile Güney Afrika'nın raporladığı yasal belgeler, Yahudi işgalci sömürgecilerin ve Batılı Siyonazilerin zihinlerindeki ahlaken yozlaşmış ve siyasi olarak iflas etmiş hırsızlık, cinayet ve soykırım ideolojisine karşı küresel çapta bir ifşayı ve direnişi temsil etmektedir. Tarih, dünyanın sessizliğe gömüldüğü bir dönemde bu üç cesur yüreğin Gazze için verdiği şanlı mücadeleyi unutmayacaktır sevgili okurlar.

Dipnotlar:

(1) Sinema “Braveheart Filminde Anlatılanlar, Tarihi Gerçekleri Ne Kadar Yansıtıyor?” 9 Ocak 2023; https://eksiseyler.com/braveheart-filminde-anlatilanlar-tarihi-gercekleri-ne-kadar-yansitiyor/Erişim Tarihi 28.04.2024/

(2) Phil Carradice, “Robert the Bruce, Scotland’s True Braveheart”, Londra, 2022

(3) Bercan Tutar, “Gazze’nin Üç Atlısı”, Sabah Gazetesi, 11 Nisan 2024; https://www.sabah.com.tr/yazarlar/bercan-tutar/2024/04/11/gazzenin-uc-atlisi/ Erişim Tarihi 28.04.2024/

(4) Fikret Akfırat, “ABD Libya’da Türkiye’nin altını oyuyor”, Aydınlık Gazetesi, 25 Nisan 2024, s. 11