Sibel BAY'ın 1 Aralık 2023 tarihli yazısı: "Korkmamız Gereken Tek Şey Korkunun Kendisidir"

Son zamanlarda dünyada korkulacak pek çok şey var gibi görünüyor. Savaşlar, cinayetler ve sürekli alımlamak zorunda kaldığımız şiddet figürleri bunlardan yalızca bazılarıdır. Ancak, korktuğumuz şey hakkında nasıl konuştuğumuzun aslında tepkilerimizi yumuşatabileceği ve bu duyguyu deneyimlemeye sosyal ve kültürel olarak nasıl şartlandırıldığımıza dair ipuçları sunabileceği ortaya çıktı.

Korku kelimesinin uzun bir geçmişi vardır. Anglo-Sakson dönemlerinde, yazıldığı şekliyle "fær", öncelikle yaklaşan tehlikeyi veya ani tehlikeyi ifade ediyordu. Ancak kelimenin kökü İngilizce ‘den çok daha eskilere, yaklaşık 6000 yıl önce Hint-Avrupa olarak bilinen varsayılan bir dil olan per'e kadar uzanan çok daha eski bir köke kadar uzanıyor. Bu kökün "geçmek ya da seyahat etmek" anlamına geldiğine inanılıyor; bu da korkunun nihayetinde yaşadığınız ani (korkutucu) bir deneyim duygusundan geliştiğini gösteriyor.

Bu kelimenin zaman içindeki kalıcılığı, uzun süredir devam eden bir insani duyguyu yararlı bir şekilde tanımladığını kesinlikle gösteriyor ancak araştırmalar, farklı dilleri konuşanların korkuyu nasıl kavramsallaştırdıklarının beklediğimizden daha az tutarlı olduğunu gösteriyor.

"Sevgi" veya "korku" gibi temel duygu kelimelerinin diller arasında benzer şekilde tercüme edildiğini varsayabiliriz, ancak bu duyguların olumlu veya olumsuz olarak görülmesi, insanların neyi ilişkilendirmeyi öğrendiklerine bağlı olarak kültürel çeşitlilik gösterebilir.

Bazı araştırmalar, diller arasında koleksifikasyon kalıpları olarak adlandırılan şeye bakarak bunun nasıl gerçekleştiğini inceledi. Bir dilin bir kelimeyle ilişkilendirilen birden fazla kavramı olması durumunda, genellikle insanların bu kelimeleri nasıl ve hangi bağlamlarda kullandığından kaynaklanan, birlikte ifade etme meydana gelir.

Araştırmacılar, başlıca dil aileleri genelindeki bu tür kalıpları incelerken, Hint-Avrupa dillerinde, “korku” kelimesinin sıklıkla kaygı, kıskançlık ve kederle ilişkili olduğunu buldular. Ancak Avustronezya dillerinde (Malayca, Tagalogca, Bali dili ve Cava dili gibi Endonezya takımadalarında konuşulan diller) “korku” daha çok sürpriz kavramıyla ilişkilendiriliyordu.

Başka bir deyişle, korku kavramını "üzüntü" gibi daha olumsuz bir duygu yerine "şaşkınlık" gibi bir duyguyla ilişkilendiren dillerde, bu durum, konuşmacıların o duyguyu daha az olumsuz bir anlamda algılamasını kolaylaştırabilir.

Bir başka etkileyici bulgu da, ana dilinizde bir şey duymanın, korku gibi duyguları, o şeyi yabancı bir dilde duymaktan daha yoğun deneyimlemenize neden olmasıdır. Bu durum, ikinci bir dil öğrendiğinizde deneyimlerinizin ana dilinizde daha zengin kodlanmasıyla ve/veya ana diliniz olmayan bir dil kullanıldığında bir olaya karşı psikolojik mesafenin artmasıyla ilişkili gibi görünüyor.

Yabancı bir dilin bu duygusal uzaklaştırma etkisi uzun süredir dikkat çekmektedir. Aslında Freud, iki dilli hastaların kaygı uyandıran konuları tanımlamak için ana dilleri olmayan dillere geçtiklerini yazmıştır. Ancak, yabancı dil kullanımıyla ilişkilendirilen bu sözde "dilsel kopukluk" ancak yakın zamanda ampirik olarak incelenmiştir.

2018 yılında yapılan bir araştırmada araştırmacılar, katılımcılardan kendi ana dillerinde veya yabancı dillerinde sözlü bir korku koşullandırma deneyini tamamlamalarını istedi ve basit bir dil değiştirmenin, gözbebeği genişlemesi ve elektrodermal tepki ile ölçülen duygusal tepkimeyi azaltıp azaltmadığını araştırmak istedi.

Korku koşullandırma koşulunda katılımcılara, sayıları yüksek sesle söylerken ekranda belirli renkli kareler belirdiğinde hafif bir elektrik şoku alabilecekleri söylendi.

Çalışma, etkileşimlerde kullanılan dil ne olursa olsun tehdit olasılığını duymanın, katılımcının psikofiziksel tepkisini tehdit içermeyen koşullara kıyasla artırdığını gösterdi. Bununla birlikte, katılımcılar tehdidi kendi ana dillerinde duyduklarında hem gözbebeği genişlemesi hem de cilt iletkenlik aktivitesi daha büyük bir dereceye kadar arttı.

Ayrıca yabancı dil kullanıldığında başlangıçtaki psikofiziksel tepki daha hızlı azaldı. Bütün bunlar, yabancı dilde bir tehdit duymanın gerçekten de kişinin korkuya bağlı tepkisini azaltabileceğini gösteriyor.

Korku hakkında konuşma şeklimizin ona verdiğimiz tepkiyi değiştirmesi gerçeği, bizi korkutan şey hakkında konuşurken kullandığımız dili veya ilişkili anlamları bozmaya çalışmanın bir değeri olabileceğini kesinlikle akla getiriyor. Ayrıca bazı çalışmalar, korkunun “ben” ve “biz” zamirlerinin kullanımı gibi kendine odaklı dil eğilimini ve duygulanım dilini kullanarak duyguları kelimelere dökme eğilimini artırdığını öne sürmektedir.

Bütün bunlar, kişinin korku yaratan durumlarda yaşadıkları hakkında konuşmanın o duyguyu düzenlemeye yardımcı olduğunu gösteriyor olabilir. Ayrıca dilimizin bir duyguyu nasıl kategorize ettiği, bu duyguları olumsuz mu yoksa olumlu mu algıladığımızı etkiliyor gibi görünüyor.