Tuğba Eroğlu'nun 15 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Bir Sinema Endüstrisi Holywood'un Doğuşu
Sinema endüstrisini kâr temelinde örgütleyen ülkelerde neredeyse tamamına yakınında film türleri ortaya çıkmıştır. Henüz emekleme çağındaki sinemanın ilk ürünleri bir nevi belgeseldir. Anlatı sineması haricinde anı belgelemeye yönelik geliştirilen bu yapılara, Lumiere’lerin ilk filmi fabrikadan çıkan işçilerin dağılışını örnek verebiliriz. Belgesel filmler sinema tarihinde başlangıç oluşturduğu gibi, pek çok ülkede kurmaca filmlerden fazla gösterimdedir. 1907 sonrası bu oran kurmaca lehine değişir ve ilgi o yöne kayar. Büyük kitlelerin cazibesi altına giren bu yeni talebi karşılamak için film çıkarma, gösterime sunma arzusu aynı zamanda örgütlenmeyi kapitalist ekonomisinin getirdiği sonucuna vardırır. Yine benzer ekonomiye sahip ülkelerde sinema sektörünün akışı bu şekilde ilerler. Sinema alanındaki rekabet Birinci Dünya Savaşıyla birlikte ABD lehine sona ererken Hollywood'un “Stüdyo Dönemi’ni” başlatmıştır. Hal böyle olunca Hollywood sağlam bir iç ve dış pazarlama ile üretilip tüm dünyaya aktarılmıştır. Türlerin yaratım aşamasında büyük pay sahibi Hollywood bu rekabetli ortamın ilgi çekici konularını aramanın peşindedir. Amerikan Sineması'nın durağan türleri gitgide hareketlenmeye başlayınca böyle bir rekabet ortamında yeni konu başlıklarına değinmek cesaret isterken girişimciler, aksine tüm yapılan yatırımın korkusu ile başarı elde etmiş filmleri taklide gittiler. Ticari boyutta olduğu gibi sinema endüstrisi filmlerinin özelliklerinin saptayarak tanıtım imkanlarını devreye sokmakta ve film pazarlama işlemlerini hızlandırmaktadır. İlk zamanlar şirketler ellerinde bulunan filmleri gruplar halinde müşterilerine dağıtmakta, onlardan gelecek geri dönüş ile de seyircinin kendi sınıflandırmaları bu süreçte kendini belli etmiştir. Hollywood film türlerinin oluşum sürecinde en büyük rol standartları saptaması ve stüdyo sisteminin özgün izleyiciyle bütünleştirmiştir. Zaman içerisinde uzmanlaşma sağlayarak stüdyolar bu işi üstlenmekte ağırlık kazanmıştır. Endüstri olağan durumlarda değişikliğe giderek üçüncü boyutu devreye sokmakta ve izleyicinin tekrar gönlünü fethetmeyi başarmayı sağlamıştır. Bu dönemde stüdyoların dev şirketlerin yok olma durumundan memur gibi istihdam etmesiyle sinemanın yıllık yatırımı da ABD ekonomisini hala önemli kılmaktadır. Bu dönem içerisinde yüzlerce film öncelikle stüdyoların yapım planlarında olmak üzere belirli başlıklar altında yerini korumaktaydı. Bakıldığında rekabet ortamı stüdyoları ellerindeki imkanları farklılaştırma, yenileme olanağına ön ayak olurken izleyicinin belli bir süre alakadar olmasını sağlayarak türlerin daha da yayılıp çoğalmasını sağlamıştır. Örneğin yine Hollywood tür filmlerinin en önemli özelliği olarak sürekli üretimi sağlamasını söyleyebiliriz. Yine altyapı olanakları teknolojiden mümkün olduğunca faydalanabilmesi tüm bunalımları atlatırken kendini de yenileyebilmektedir. Zarar elde etmek istemeyen stüdyolar seyircinin nabzını ölçerken diğer yandan sürekli araştırma ve saha çalışmasında kendilerini gösterdiler. Durum böyle olunca olunca Hollywood için dikkat çeken en önemli faktör neyi nasıl satabileceğiz düşüncesi oldu. Yirmili yıllara bakıldığında bu yıllardan itibaren homojen kitle olarak adlandırılan izleyiciye ait filmler üretilmeye başlandı. Devamında stüdyo sistemi 1948'e kadar ABD'deki salon zincirlerini kontrol ettiklerinden izleyici arasındaki hareketlilik önemliydi. İkinci bir özellik olarak tür filmlerinin Amerikan tiyatrosu ile bağını popüler edebiyat ürünleriyle harmanlayarak sunmasıdır. Ortak insani değerlere değinmesi homojenize bir izleyici kitlesi oluşturduğu için çok önemlidir. Yine baktığımızda sansür mekanizmalarının etkileşim süreçlerine eklenmesi gereken yapılardır ve türlerin oluşmasında büyük etkisi vardır. ABD’nin baskıcı tarafı sinemayı kendiliğinden kontrol etme sistemine itelemiş ve kendine çok sayıda kural koydurtmuştur. The Code adı altında 1930’lara kadar kesinleşmiş olduğunu Hollywood’un üretmiş olduğu türlerine baskı ve sansür durumunu getirmiştir. Yine bunun gibi önemli tarihsel olgu Amerika Aleyhtarı faaliyetler komisyonunun soruşturulmasıdır. Özetle bütün tür filmleri temelde toplumsal olgularla etkileşim içinde değişim göstermekte ve bu değişiklik durağanlık göstermemektedir.
Türlerin uzun bir süre yüksek sanat kıstasına uygunluğu olup olmadığı gerekçesiyle genel anlamda eleştirmenler tarafından değerlendirmeye alınmamışlardır. 1940’lı senelerin sonlarına doğru popüler filmler inceleme alanına girerek değerlendirmeye mümkün hale gelmiştir. Bu değişim elbette Fransa’da ortaya çıkan ve gündemde olan yaklaşımdan kaynaklıdır. Bu yaklaşımla birlikte türler ile beraber başyapıtlar ortaya çıkabileceği ve özellikle estetik değer taşıyan yapıtlar meydana gelebilir fikri doğmuştur. Yetmişlere baktığımızda tür filmi esasında, üç temel yaklaşım ana etkendir. Levi Strauss’un mitlere karşı tutunduğu görüşlerin esasındaki yaklaşım, tür filmlerinin izleyici arasındaki ilişkisini temele dayandırır. İzleyiciye film seyretme anında büyük derecede etki alanı sunan bu yaklaşımın tam tersine ikinci bir yaklaşım izleyicinin ideolojisini temel kavram olarak göz önüne almıştır. Bu yaklaşım esasında temsil etme problemlerini gündeme getirmiş, izleyicinin rolü kaçınılmaz olarak düşünülmüştür. 1960’ların ortalarında tür filmlerinin sanat adı altında incelenip incelenilmemesi münakaşası bir kenara bırakılmış ve bu yaklaşımla birlikte filmdeki anlam bütünlüğünün nasıl korunduğu araştırma konusu olmuştur. Tek bir metinde işlenen anlamlandırma sistemlerini kavramak için anlatısal kodlar tespit edilmiştir. Dudley Andrew’in belirttiği gibi 1970’lere kadar tam anlamıyla tür eleştirisi biçimciliğin yelpazesinden kurtulamamıştır. Üçüncü yaklaşım ise feminist tür eleştirisidir. Ortak nokta olarak filmlerde ataerkil iktidarın izlerini göstermek ve psiko analizden faydalanmaktır. Tüm bu yaklaşımlarla birlikte tür filmleri söylem ve kültür tartışmaları içerisinde yer almıştır. Filmler içerisindeki egemen ideolojinin yontulmasını stüdyo sistemi içersinde barındırıldığı öne sürülmüştür. Öyle ki bireylerin kendilerini ve toplum içerisindeki konumlarını çözmeleri inşa edilen anlatılar arasındaki ilişkiyi inceleme fırsatı yaratmıştır. 1970’lerde film türleri söylem çatışmaları çerçevesinde irdelenmiş ve egemen toplumsal söylem ile ilişkisi değerlendirilmiştir. Filmlerin nasıl işlediği sorgulanmış ve seyircinin algılama biçimleri üzerinde durulmuştur. Özellikle de Marksist ve feminist araştırmacılar türlerin hakim olan değerlerinin meşrulaştırılmasına ön ayak olduklarını belirtmişlerdir.