Betül Gökçe AKGÖL'ün 26 Mart 2024 tarihli yazısı: Bir Masal Şehri: Prag

Prag, Orta Avrupa'nın göz kamaştıran mücevheri, tarih ve modernliğin büyüleyici dansını sunan adeta bir masal şehirdir. Bu unutulmaz deneyime kapı araladığımız an, zamanda bir yolculuk başlar. Charles Köprüsü'nün taşları altından Moldau Nehri'nin sessizce akıp gittiği yer, Prag'ın kalbindeki Eski Şehir Meydanı'nda tarihin nefesini hissettirir. Sabahın ilk ışıkları, Gotik mimarinin büyüsünü ortaya çıkarırken, Astronomik Saat Kulesi'nin yüzyıllara meydan okuyan mekanizması zamana da meydan okur gibi durur. Şehrin labirent gibi sokakları, her köşede bir hikaye barındırır.

Bence Prag’a gidildiğinde ilk yapılması gereken şeylerden biri, Kafka Müzesi’ne gitmektir. Labirenti andıran bu mekanın karanlık ortamında, kullanılan müziklerle, Kafka’nın kendi el çizimleriyle ve videolarıyla kendinizi yazarın romanlarında bulabilirsiniz. Kafka’nın el yazıları, kardeşine babasına yazdığı mektuplar, takıldığı entelektüel insanlar, gittiği kafeler, aşkları, fotoğraflar burada sergileniyor. Müzenin bahçesindeki heykeller ise müzeden daha fazla ilgi çekiyor.

Petrin Tepesi “Prag sana yukarıdan baktım” demek için oldukça ideal bir mekan. Tepeye terler içinde yürüyerek çıkmak ya da fünikülere binmek mümkün. Yukarı çıktığınızda ise barok gül bahçelerinde dinlenebilir, kuleler şehri Prag manzarasında kendinizi bulabilirsiniz.

Prag Kalesi'nin yükseklerinden şehre baktığınızda, rengarenk çatılarıyla kırmızı, sarı ve yeşil tonları arasında adeta çizilmiş gibi bir manzara görmek mümkün. Bu kale, geçmişin anılarına ev sahipliği yapıyor; St. Vitus Katedrali'nin gotik ihtişamı ve Kraliyet Sarayı'nın görkemi, zamanın aşılamaz gücünü hatırlatıyor insana. Prag Kalesi’nin hemen arka tarafında kalan ve Altın Yol adı verilen bu sokak, bitişik rengarenk kulübelerle sıralı. Bu sokağı asıl önemli kılan şey ise Franz Kafka’nın da bir süre 22 no’lu evde yaşamış olması.

Dünyanın en dar sokağı da Prag’da bulunuyor. Burası “dünyanın en dar ışıklı sokağı” olmakla tescillenmiş. İki kişi yan yana bu sokakta yürüyemiyor, bu yüzden sokağa birisi girdiğinde öbür uçtaki kırmızı ışık yanıyor ve karşı taraf beklemeye başlıyor. Bence buraya da bir göz atın.

Gelelim biraz da modern Prag’a. Dans Eden Ev’e mutlaka gidilmeli. Buradaki bina bilerek yamuk yapılmış. Bina, Fred Astaire ve Ginger Rogers’a adandığı ve dans eden iki partneri sembolize ettiği için “Fred and Ginger” olarak adlandırılıyor. Ayrıca burayı bazıları nazlı iki sevgiliye, bazıları da ayakta duramayan sarhoşa benzetiyor.

Prag’a kadar gelmişken 2 saatlik yolu çekip Karlovy Vary’e gitmekte fayda var. Karlovy Vary çok küçük bir şehir. Karşılıklı rengarenk binalar, ortasından geçen nehir, binaların arkasındaki ormanlar, o huzuru bulmanıza yetecek. İsterseniz yürümeyip faytona da binebilirsiniz. Kaplıcalar şehri de olduğu için insanlar buraya tedavi amaçlı geliyor. Buradaki kükürt barındıran suyun birçok hastalığa iyi geldiği söyleniyor. Ama gidecekseniz temmuz ayının ilk haftası gidin; çünkü burada yapılan “Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali” birçok Hollywood yıldızına ev sahipliği yapıyor.

Prag’da elbette yapılacak çok şey var ama bence Prag Kalesi önünde dehşete düşün, Charles Köprüsü’nde yürüyün, çok iyi bir mekân olmasa da akşam üzeri köprünün hemen yanındaki Lavka’da oturup manzaraya dalın. Astronomik Saat Kulesi önünde fotoğraf çektirin, sonra bu kuleye çıkın ve Old Town’a yukarıdan bakın. Meydanda birbirinden tatlı amcalar caz yapıyor olacaktır, birkaç dakikanızı verip dinleyin ve son olarak Prag’ta kaybolmak için çaba harcayın.