Betül Gökçe AKGÖL'ün 17 Ekim 2025 tarihli yazısı: Kahkahanın Eksildiği Günler

Son zamanlarda fark ettim, insanlar daha az gülüyor. Sokakta yürürken, otobüste, markette ya da iş yerinde yüzlerde aynı ifade var: yorgunluk, dalgınlık, biraz da kaygı. Oysa bir zamanlar kahkahalar daha yüksekti, daha içtendi. Şimdi gülmek sanki lüks bir davranış olmuş gibi.

Oysa kahkaha, insanın içinden taşan bir yaşam belirtisidir. Güldüğümüzde sadece yüzümüz değil, kalbimiz de gevşer. Birinin gülüşü, yanındakine bulaşır; tıpkı iyi bir haberin ya da güzel bir melodinin yayılması gibi. Gülmek, aslında farkında olmadan kurduğumuz bir dayanışmadır. Aynı anda bir şeye gülebilmek, aynı anda bir şeyden keyif almak demektir. Bu da insanları birbirine yaklaştırır. Şimdi, herkesin kendi dünyasında kaybolduğu bir dönemdeyiz. Telefon ekranlarına bakıyoruz ama birbirimizin yüzüne eskisi kadar bakmıyoruz. Sohbetler kısalmış, samimiyet azalmış, mizah bile sosyal medyada tüketilip geçiyor. Oysa bir arkadaş ortamında atılan bir kahkaha, bir yabancının gülümsemesine karşılık vermek, içimizi ısıtan küçük bir bağ kurar.

Belki de bu yüzden gülmek, sadece bir duygu değil; bir direniştir. Hayatın ağırlığına, umutsuzluğa, telaşa karşı sessiz bir “ben hâlâ buradayım” deme biçimidir. Güldüğümüzde bir anlığına her şeyi unuturuz. Sıkıntılar, faturalar, haberler... Hepsi bir kahkahanın süresince geri planda kalır. Bir toplumun ruh hali, aslında sokaklarda yankılanan kahkahalardan anlaşılır. Çocuk sesleri azaldıysa, esnafın yüzü asıksa, sohbetler sessizleştiyse bir şeyler eksilmiştir orada. Gülmeyi yeniden hatırlamak, birbirine iyi gelmeyi hatırlamaktır.

Belki de yapmamız gereken çok basit: biriyle göz göze geldiğimizde gülümsemek, bir espriye içten gülmek, bazen de kendimize gülmeyi unutmamak. Çünkü kahkaha sadece neşenin değil, insanlığın da sesi. Ve o ses ne kadar çoğalırsa, dünya o kadar yaşanabilir bir yer olur.