Betül Gökçe AKGÖL'ün 10 Ekim 2025 tarihli yazısı: Bir Nefeslik Kaçış: Şehirde Yavaş Yaşamanın İmkânsızlığı

Şehirde yaşamak, çoğu zaman bir yarış pistinde koşmak gibidir. Herkes bir yerlere yetişmeye çalışır; işe, okula, randevulara… Gün bitse de bitmez, çünkü zihnimiz hep “sonraki şey”in peşindedir. Alarm sesleriyle başlayan gün, trafik kornalarıyla, bildirimlerle ve aceleyle devam eder. İnsan bazen bir an durup kendi kendine sorar: “Ben gerçekten yaşıyor muyum, yoksa sadece yetişmeye mi çalışıyorum?”

Oysa yavaş yaşamak, insana en çok iyi gelen şeydir. Bir fincan çayı acele etmeden içmek, yürürken rüzgârı hissetmek, bir sokak kedisini sevmek, hiçbir işe yaramayan ama içi huzur dolu anlar yaratmak… Bunlar küçük görünebilir ama ruhun en çok ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Ne yazık ki modern şehir düzeni buna izin vermez. Günlük koşturma içinde nefes almak bile bazen unutulur. Yavaş yaşamak, aslında tembellik değil; farkındalıktır. Anı yaşamak, yaptığın şeyin tadını çıkarmak, kendine zaman tanımaktır. Ancak şehir, insanı sürekli hızlanmaya, sürekli üretmeye zorlar. “Durmak” sanki bir kayıp gibi görülür. Oysa bazen durmak, yönünü bulmanın tek yoludur. Kimi zaman sabah işe giderken bir parkın yanından geçeriz, ağaçların arasındaki sessizlik bizi bir anlığına çağırır ama hemen bastırırız o sesi. Çünkü takvim doludur, çünkü geç kalırız, çünkü hayat beklemez… Ama içimizde bir yer, hep o parkın yeşilini, o sessizliğin huzurunu ister.

Belki de yapılabilecek en insani şey, bu hıza küçük bir başkaldırı göstermek. Telefonu bir süre sessize almak, işe giderken bir sokağı özellikle yavaş yürümek, akşam eve vardığında hiçbir şey yapmadan sadece oturmak… Küçük ama değerli adımlar bunlar. Çünkü bazen bir nefeslik kaçış, bir ömrün dengesini yeniden kurabilir. Şehir bize çok şey sunuyor; fırsatlar, kolaylıklar, konfor… Ama bir şeyi de sessizce alıyor: kendimizle kalabilme hâlimizi. Belki de artık, biraz yavaşlayıp gerçekten nefes alma zamanı gelmiştir.