Mert Can DUMAN'ın 6 Eylül 2023 tarihli yazısı: Sürdürülebilirlik Kavramını Özümsemek
Dönüşüm gereğinin hayatın her alanında gerekli olduğu bir dönemin tam ortasındayken dönüşümün gereğini yerine getirme noktasında insanlık büyük bir belirsizlik içerisinde tabiri caizse patinaj çekiyor. Her yeni yıl atmosfere salınan sera gazı emisyonlarında rekor kırarken dünya yeşil ve dijital dönüşümü gerçekleştirebilmek için önceliklerini kâğıt üzerinde belirlese de bütün bunları uygulamaya geçirmekte zorlanıyor. Nitekim insanlık da ancak doğayı ne kadar tahrip ettiğini ancak doğa isyan edip de bu tahribatın acısını çektirene kadar idrak edemiyor.
Son 50 yılda dünyada yaşanan olağanüstü meteorolojik olayların sayısı 30 katından fazla arttı. Ülkemizde TBMM tarafından hazırlanan İklim Değişikliği Raporu’na göre henüz bu yüzyılın ortalarında kadar ülkemizdeki kuraklık tehlikesinin kimi bölgelerde %50’ye kadar artacağı öngörülüyor. Dünyanın bir tarafı aşırı sıcaklarla mücadele ederken diğer tarafı ağır yağışlarla boğuşmak zorunda kalıyor. İşte bütün bunların sonucunda ‘bir şey yapmalı’ diyen insanlık bir şey yapmaktan giderek çok daha uzaklaşıyor. Bütün bunları nereden biliyoruz? Bu haftaki buluşmamızın başında da söylediğimiz gibi, her yeni yılda atmosfere salınan sera gazı emisyonları düşmek bir yana dursun bir önceki yıldaki seviyelerinin de üzerine çıkıyor.
Şu sıralar dillere pelesenk olan sürdürülebilirlik kavramının içini boşaltıyor gibiyiz. Üretim süreçlerinde, enerji yapılanmasında, ticaret yollarında ve daha birçok unsurda çevreci ve ‘sürdürülebilir’ süreçlerin hayata geçirilmesini amaçlayan süslü metinler uygulamaya gelindiğinde maalesef bir kenara bırakılıyor. Eh, bir hareketin gücünü devamlılığı ve sürekliliği sağlar. Siz ‘sürdürülebilir’ olma hayaliyle yola çıkıp da bu hayalinize giden yoldaki adımlarınızı sürdürülebilir kılamadığınızda hayaller de suya düşüyor. Tıpkı yeşil ekonominin bir hayal olarak ortaya çıktığında 2030’a kadar küresel sera gazı emisyonlarının önemli bir oranda düşüş göstereceğine hatta 2050’ye gelindiğinde dünyanın önemli bir kısmının net sıfır emisyona ulaşacağına dair hayaller kurulup da uygulamada insanlığın bundan giderek uzaklaşması gibi…
Sorunlara odaklanmak yerine çözümlere odaklanarak adım atmamız gerekiyor. Peki nereden başlayacağız? Öncelikle, her firmanın, her ülkenin ve hatta her bireyin kendince oluşturduğu dönüşüm ve sürdürülebilirlik tanımlarının yerini daha biricik, daha standart tanımların almasıyla paydaşların aynı (ya da çok benzer) hedefler uğruna enerjilerini harcamaları gerekiyor. Bu bağlamda, özellikle uluslararası kurum ve kuruluşların sürdürülebilirlik ve yeşil dönüşüm üzerine standardizasyon çalışmalarını daha yoğun bir şekilde hayata geçirmeleri, bu yolda atılacak adımların daha kararlı ve etkin olmasını sağlayacaktır.
Buna ek olarak, dönüşüm anahtarı olan bireylerin farkındalığının da artırılması ve maalesef dönüşemediğinde dünyayı bekleyecek tehlikelerin henüz bugünden idrak edilmesi gerekiyor. Bu konuda, Almanya’daki bir süpermarket zincirinin ‘sürdürülebilir fiyatlar’ uygulaması dikkatimi çekti. Reyonlarda bulunan ürünlerin satış fiyatlarının üzerine üretimleri sırasında çevreye verdikleri zararın da içerdiği ilave fiyatlamalar, tüketicilerin tüketim alışkanlıkları üzerinde önemli etkileri beraberinde getirdi. Öyle ki, et ürünlerinde %50, süt ürünlerinde %100’e varan fiyat artışları tüketicilerin tükettiği ürünlerin çevreye etkilerini düşünmede ve tasarruf eğilimlerini artırmada yardımcı olduğu ifade ediliyor.
Hani bir söz vardır ya, nush ile uslanmayanın hakkı tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Şüphesiz kötek değil savunduğumuz şey ancak yegâne evimiz dünyamızı elimizden kaybetmeden önce bir şey yapmak gerektiğini idrak etmekte yeterince gecikmiyor muyuz sizce de?
Sağlıklı ve güzel bir hafta dileklerimle…