Utku KABAKCI'nın 14 Ağustos 2025 tarihli yazısı: Sahaftan Alınmış Bir Roman

Belki de her insan sahaftan alınan ikinci el bir romanın içine doğuyordur. Sararmış sayfalardaki bazı tümcelerin altı; kimilerininse üstü çizilmiş, kenarlarına başkalarının notları iliştirilmiş. Her ömrün ilk sesi, ilk cümlesi şüphesiz bir anneye aittir. Yani roman çoktan yazılmaya başlanmıştır. Bizler sadece sayfalar arasındaki bir isim olarak tezahür ederiz. Bu durum romandaki rolümüzü küçültmez. Aksine insan, hayatı boyunca şuurunda olsun ya da olmasın okuyanın, yazılanın ve yazanın tam da kendisidir.

İnsan içine doğduğu kelimelerle büyür ve onlarla hayaller kurar. Peki, bize ait olmayan sözcüklerle kurduğumuz hayaller gerçekten bizim midir? Romanın bizden önce kurulmuş cümlelerini ne kadar anlayabildik? Dilimizden dökülenler sadece ezberlerimiz mi? Bize hangi hâllere hangi tepkileri vermemiz gerektiği(!) öğretilmedi mi? Sadece ailemiz, arkadaşlarımız, yakın çevremiz değil; reklamcılar, politik profesyoneller, ne yapmamız ne yapmamamız gerektiğini söylemiyor mu? Bütün ideolojik aygıtlar, kendi hikâyelerimizde sazı eline almaya çalışmıyor mu? Şüphesiz bu sualler bir çırpıda yanıtlanabilecek kadar basit değil. Fakat basit olmadığı kadar da önemli.

Yukarıda sıraladığım şüphe içeren sorular üzerinden bizden önce söylenmiş, yazılmış her kelimenin veya cümlenin art niyetli olduğunu düşündüğüm neticesine varmanızı istemem. İlk ses, ilk cümle dediğim ve bir anneye ait olan elbette içinde saf sevgiden başka bir şey barındıramaz. Burada mühim olan husus, sevgiyle söylenenlerin ayırdına varabilmek ve onların kıymetini bilmektir. Bizi sevgiden uzaklaştıran anlatılar yüzünden öyle bir hâle geldik ki ayna karşına geçtiğimizde yansıyanın gerçekten özümüz olmaktan çıktığını idrak edemez olduk. Her şeye rağmen her zaman bir umut vardır. Bir sabah herkes ayna karşısında “ben bu muyum, bu kadar mıyım” sorusu ile yüzleşme potansiyelini yüreğinin derinliklerinde barındırır. İşte o gün geldiğinde ezberletilen, dayatılan düşüncelerin makyajı akmaya başlar ve hakikat tüm çıplaklığıyla parıldar. Çünkü taklitleri deşifre etmek, özgün olana atılan ilk ve en büyük adımdır. Bu aydınlanmayı yaşadığımızda elimizde sayısız yapboz parçası bulacağız. Kiminin üzerinde “önemli”, “kutsal” yazıyor olacak, bazısı üzecek ya da sevindirecek. Onlarla ne yapacağız? Parçaları yakabilir miyiz? Yok sayabilir miyiz? Bize ait olmayanı tutmak, yakmak ya da dönüştürmek… İşte tüm sır burada gizli. Çünkü bazen en sahici olan, bize ait olmayan bir cümleyle başlayabilir. Önemli olan o cümleye bizim yüklediğimiz mana ve onu nasıl söylediğimizdir.

Romanın herhangi bir yerine yazacağınız tek bir kelime ile tüm kurguyu değiştirebilecek kadar güçlü olduğunuzu unutmamanız dileğiyle…