Hatice Özlem ÖZÖN'ün 30 Mayıs 2025 tarihli yazısı: Vicdanın Sesi ‘ADALET’

“Tüm insanlar dünyaya, kafa ve yüreklerinde bir iç mahkeme ile gelirler. Bunun adına vicdan denir.” (Aydın Boysan)

Adalet, insanlık tarihi kadar eski ve evrensel bir olgudur. İnsanlar ve toplumlar hep mutlak bir adalet arayışında olmuşlardır. İnsanoğlu var olduğundan beri adaleti aramış, onun etrafında kanunlar, ahlak kuralları ve devlet yapıları inşa etmiştir. Toplumsal düzeni ve bireyler arası ilişkilerin yürütülmesini sağlayan adaletin; sadece hukuki değil, aynı zamanda etik siyasi ve toplumsal temelleri vardır. Bu yüzden adalet duygusu hem bireylerin vicdanında hem devletin kurumlarında şekillenen çok katmanlı bir yapıya sahiptir.

Adalet genellikle ‘herkese hakkı olanı verme’ olarak tanımlanırken, bu tanım adaletin temel ilkelerinden biri olan eşitlik kavramını da içerir. Adalet esas olarak hukukun üstünlüğü, bireylerin hakları ve toplumsal normlar çerçevesinde şekillenir. Adaletin olmadığı yerde özgürlük, barış ve güvenlik sürdürülemez. Aileden eğitime, sağlık hizmetlerinden çalışma hayatına yaşamın her alanında tesis edilmesi zorunlu olan bir kavramdır. Toplumsal barış ve güven buna bağlıdır. Hukuki anlamda adalet, bireylerin yasa önünde eşit olması ve haklarının güvence altına alınması anlamına gelir. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Önemli olan yasaların uygulanma biçimidir.

Hukukun üstünlüğü ilkesi, adaletin sağlamasında temel teşkil eder. Toplumsal adalet ise kaynakların ve fırsatların bireyler arasında adil biçimde paylaşılmasını ifade eder. Topluluk halinde yaşayan insanların birbirleriyle ve yönetenlerle ilişkisinde ihtiyaç duyulan ve toplumsal olarak mutlu yaşamanın olmazsa olmazı olan adalet duygusu, toplumsal ilişkinin olduğu yerde ortaya çıkar ve gelişir.

Tarihin eski çağlarından beri gerek filozoflar ve bilim insanları gerek din alimleri adalet kavramıyla çok yakından ilgilenmiş ve adalet hakkındaki görüşlerini ortaya koymuşlardır. “Adaletsizliğin en büyüğü adil olmayıp, adil gibi görünmektir” diyen Yunan düşünür Platon, adaleti ‘toplumsal mutluluk ‘olarak tanımlarken, Aristo’ya göre “Herkese eşit davranmak hiç de adil değildir.”, Çinli düşünür Konfüçyüs “Devletin hazinesi adalettir” derken, Mevlana ise “Adalet her şeyi layık olduğu yere koymaktır. Ayakkabı ayağındır, külah başın” demiştir.

Toplumsal ihtiyaçlara göre değişkenlik gösterebilen adalet, kültürlere göre de farklılık gösterebilir. Bireylerin ihtiyaçlarına ve toplumsal ilişkilere göre de adalet ihtiyacı farklılaşabilir ve bu bir çatışamaya da yol açabilir.

Sonuç itibarıyla adalet hem bireysel düzlemde ahlaki bir sorumluluk, hem de kurumsal düzeyde bir sistem ilkesi olarak değerlendirilmelidir. Hukuki düzenlemelerin yanı sıra toplumsal bilinç ve vicdani sorumluluk da adaletin sağlanmasında belirleyici rol oynar. Adalet ve vicdan olmadan sağlıklı bir toplum tesis etmek mümkün olmadığından, adaletin çok boyutlu olarak ele alınması, toplumsal yapının sürdürülebilirliği açısından da bir zorunluluktur.

İnsanı ve vicdanı odağına alması gereken ve hak temeli üzerine kurulu adalet gibi derin bir mevzuyu ele almaya çalıştığım yazımı, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetinden bir alıntı ile tamamlamak isterim:

“Ey oğul! Beysin…

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana…

Güceniklik bize, gönül almak sana…

Suçlamak bize, katlanmak sana…

Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana…

Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, ADALET sana…”

İki kapılı hayat yolculuğumuzda her birimizin karşısına adil ve vicdan sahibi insanlar çıkması umuduyla...