Sedat SADİOĞLU'nun 25 Mayıs 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-6/4: Önemli Yaşamsal Kavramlar Üzerine-3
Dezavantaj Nedir?
Dezavantaj: Bir kişi ya da grubun, cinsiyet, renk, dil, din, inanç, mezhep, sosyal statü (engellilik dahil), bölge farklılığı, ırk ve siyasi düşünce gözetilerek mağdur duruma düşürülmesidir. Bu duruma düşmüş mağdur kişi yada gruba ‘dezavantajlı’ denilmektedir.
Dezavantajlıların Mağduriyet Durumları: Ayrımcılık yapılması, hor görme, aşağı görme, görmezlikten gelme, hakkını çiğneme, kısıtlılık halleri, şartlar uygunken şartları iyileştirmeme, öncelik tanımama, ihmal edilme, ötekileştirme, yanlış öğretilerle hareket etme, dışlama, olumsuz tutum ve davranışlar, şiddet (psikolojik, fiziksel, cinsel), kişisel önyargılar, vb. sayılabilir.
Kanunda Eşitlik (Ek-Bilgi-1): Anayasaya göre herkes; cinsiyet, renk, ırk, dil, din, inanç, mezhep, sosyal statü (engellilik dahil), bölge farklılığı ve siyasal düşünce gözetilmeksizin yasalar önünde eşittir. Bu hem kanunen hem de insan hakları açısından böyledir. Ancak toplumu oluşturan başka kesimler de vardır. Bunlar dezavantajlılardır. Kimdir bu dezavantajlılar? Dezavantajlı kişi yada gruplar şunlardır;
Kadınlar …………………… %40
Çocuklar (16 yaş altı)… %30
Engelliler ………………….. %11
Yaşlılar (65 yaş ve üstü)… %6,6
Diğer Kişi veya Gruplar…. %12
Mahkûmiyeti Olanlar …….. %0,4
(2012 TÜİK verilerinden alınmıştır. Genel toplam brüttür ve halen geçerli oranlardır)
(Ek-Bilgi-2): Yukardaki oranları net rakamlara da çevirebiliriz ve ortaya çıkacak oran ~70 dezavantajlı bir sonuç olacaktır ki, bunun da çoğunu ne yazık ki eğitimi sınırlı ve mesleği hiç olmayan (evde oturan) kadınlar oluşturmaktadır.
Dezavantajlı kişi yada grup ifadesi, kelime olarak olumsuz bir anlam taşısa da açılımı hiç de öyle değildir. Burada önemli olan dezavantajın avantaja dönüştürülmesidir. Bu bir süreçtir. Bu süreç, bizzat insanların çabaları ve uygun yasaların çıkartılmasıyla hızlandırıp sonuçlandırılabilir. Burada bahsedilen avantaj, zaten doğuştan var olan, insan haklarının kazanımıdır. Yoksa ayrımcılığa kadar giden bir gelişme yaşanır. Bu da hiçbir kesim tarafından kabul edilemez. Aksi halde düşünülen ve çok da istenmeyen avantaj ise gerçekten dezavantaja (olumsuz anlamda) dönüşür.
‘Öncelik’ başlığına göre dezavantajlılık; toplumlarda şöyle algılanmalıdır;
Dezavantajlı kişi yada gruplar başka bir ifadeyle, ‘önceliği olan kişi yada gruplardır.’ Bu önceliklerle ilgi olarak da şu mekanizmalar harekete geçirilebilir;
· Güçlendirmek
· İyileştirmek
· Sosyalleştirmek
· Korumak/Kollamak
· Desteklemek
· Yaygınlaştırmak
· Özellikle de Eğitmek
Tüm önlemler, ayrımcılığa meydan vermeden ya çok sınırlı yada kısa süreler için ayrımcılık yapılarak korunmalıdır. Aksi halde ‘pozitif ayrımcılık’ denen ve hiç kimsenin istemediği bir durum daha ortaya çıkacaktır. Burada taraflara düşen görevler, davranışların yada mekanizmaların iyi ve doğru örneklerden seçilmesinin sağlanmasıdır.
Dezavantajlı kişi yada gruplar, bir başka görüşe göre ‘ötekileştirilmiş kişi yada gruplar’ olarak da görülür. Bu bakış açısı daha çok insan davranışlarıyla ilgili olsa da, bir kurum/kuruluş yada devletle de ilgili olabilmektedir. Tecrit edilmiş yerlerde belirli kişi yada grupların yaşamalarına göz yumulması yada zorlanmaları, bu tür uygulamalara bir örnektir. Bu kişi yada gruplar, diğer insanlar ve bazen kurum veya kuruluşlar tarafından ‘asosyal’ olarak da algılanmaktadırlar. Asosyallik yalnızlık ve kabuğuna çekilmeyle de sonuçlanabilir. Zaten bizim de asosyal dediğimiz durum budur. İnsan esasen sosyal bir varlıktır. Bu asosyallik nasıl ortaya çıkmaktadır? Bunun analizi ve çözümü çok zor ve karmaşık bir konudur. Burada (bir öneri olarak) çözümün çoğunun, siyasal irade ile sağlanabileceğini söyleyebiliriz. Çünkü siyasal irade resmi iradedir, güçtür ve her türlü önlemi hemen alacak yapıdadır. Önemli olan hassas konu ‘kararlılıktır.’ Kentsel dönüşüm projeleri sırasında evleri yıkılan gecekondu sakinlerinin, modern sitelerde herkesle birlikte yaşama şanslarının olması, insanların sosyalleştirilmesi amacıyla yapılmış güzel bir uygulamadır. Hatta bu mahallelerdeki konutların polis, memur, öğretmen, engelli, şehit yakınlarına düşük ücretle satılmak istenmesinde de bu mantığı aramak gerekir.
Büyükşehir belediyelerinin, 65 yaş ve üzerindeki vatandaşlarımıza ücretsiz toplu taşıma (otobüs, metro) kartları vermelerinde ve bazı bakanlıkların müze kartları vermelerinde de yine yaşlıların sosyalleştirilmesi mantığı vardır. Onların dezavantajlı durumlarını avantaja çevirmek ve evlerde kapalı kalmalarını engellemek temel amaç olarak düşünülmektedir…
(Sedat Sadioğlu’nun ‘Kadın İstihdamının Yönetimi’ kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)
Ayrımcılık veya Ayrıştırma
Sözlük anlamı olarak, ‘farklı durum ve davranış sergileme’ dediğimiz ayrımcılık, sıfır(0), negatif(-) ve pozitif(+) olarak sınıflandırılmaktadır. Ayrımcılığı (uygulama şekli itibariyle) doğrudan veya dolaylı ayrımcılık olarak sınıflandıranlar da vardır. ‘Ayrıştırma’ kelimesi de son zamanlarda yaygın olarak kullanılmaktadır ve konuya uygun düşmektedir.
Kanun Açısından Ayrımcılık: Eşitsizliğin bozulduğu her durum “ayrımcılık “olarak tanımlanmaktadır. Çünkü bir taraf avantajlı konuma yükselmiştir yada, diğer taraf dezavantajlı duruma düşmüştür.
Dezavantajlı kişi yada gruplar neden ayrımcılık istemez?
Bunun yanıtı şudur; Kanunlarca da tanınan ‘eşit haklara sahip olmak’ istemeleridir.
Ancak burada da unutulmaması gereken en önemli iki konu vardır;
- Günümüzde halen her alanda şartlar eşit ve sağlanmış değildir.
- İnsan faktörü (ön-yargılar) halen ön plandadır.
Kanunlarla ayrımcılığı yasaklasak, yüksek cezalar uygulasak bile, şartların eşitlenmesi hem zordur hem de zaman almaktadır. Buna, insan algılarının değişmezliği de eklenmelidir. Ancak, çok uzun sürede, çok büyük masraf ve yüksek teknolojiler harcayarak eşitlik sağlanabilir. Bunlarla bile tam sağlanamaz. Bu süreyi kısaltmak için, dezavantajlı kişi yada gruplar, istemeseler dahi, pozitif ayrımcılık uygulamaları yapılabilir. Sevindirici olan, günümüzde bu amaçla yapılan, proje, politika veya programların yapılmaya başlanmıştır. Artık birçok üniversite ve dernek, dezavantajlı gruplar ve iyileştirmeler üzerine çalışmalarını sürdürmektedirler. Konuya yakından ilgi gösterilmekte ve önem vermektedirler…
Bağlantı Kurmak
Bir Fıkra; Kamyonun Üstü
“Temel ile Dursun’un kamyonları fazla yükten dolayı bir köprü altında sıkışmış.
Kamyondan inerek, kamyonu nasıl kurtaracaklarını tartışmaya başlamışlar.
Dursun;
- Eğer lastiklerin havasını biraz indirirsek kamyonu buradan geçirebiliriz.
Deyince Temel birden kızmış ve;
- Sen deli misin be adam! Sıkışan yer kamyonun üstü, altı değil ki!”
Hayatımızın sürdüğü her anda, birçok kişi ve olayla etkileşim içerisinde oluruz. Ancak bunlarla ne geçmişte, ne o an için, ne de ilerisi için bağlantılar kurarız. Muhakemeyi ise çok az yaparız. Çoğu zaman olaylar arasında (hemen) bağlantı kuramayız. Belki çözüm gözümüzün önündedir, ancak göremeyiz. Çoğu bağlantılarımız ‘düz kontak’ gibidir. Günümüzü yaşamaya değil günü kurtarmaya çalışırız. Bu boş ve sıradan yaşamlar, hayatımıza hiçbir artı katmaz. İnsan sanki yaşananları hatırlamamak veya unutmak istercesine davranır. Bir şairin şiirinde söylediği gibi;
‘Uyuyorum, günler çabuk geçsin diye…’
Aslında geçen günler değil, elimizden kaçan fırsatlardır. Bunun bilincinde olmamız gerekir…
Fıtrat
“Her sistem bir programa dayanır. İnsan sistemi de insan fıtratıdır.” Sistem plandır. Öyleyse insan fıtratı (huyu) da doğmadan önce planlanmaktadır.”
Bu sözler, Dr. Muhammed Bozdağ’ın ‘Sonsuzluk Yolculuğu’ adlı eserinde geçmektedir. Fıtratın kelime anlamına bakacak olursak, oldukça fazladır. Bunlar; yaratılış, yapı, karakter, huy, tabiat, mizaç ve içgüdü. Bizim burada ele alacağımız anlamı ‘huy’dur. Yazar en son olarak da şunu ekliyor;
“Fıtrat (huy), bir canlının en özündeki kimlik programıdır.”
Amerika’daki son yapılan bir araştırmada, insanın huyunun yedisinde ne ise, yetmişinde de aynısı olduğunu ispatlanmıştır. Bu söz ülkemizde de yaygın olarak kullanılır. (Can çıkar, huy çıkmaz…şeklinde) Doğru söze ne denir..!
Cennetten Uzaklaşmak
Aşırı kontrolsüzlüğümüz, bizi iç huzur ve sonsuz huzurdan yani Cennetten uzaklaştırmaktadır. Bu amaçla aşağıdaki tuzaklara kesinlikle düşmemeliyiz;
· Mal sevdası,
· İnsan sevdası,
· Makam sevdası ve
· Şehvet sevdası…
Eğer yukarıdaki tuzaklara düşmezsek, o zaman aşağıdaki alışkanlıklarımızı da bırakabiliriz;
· Bir şeyi aşırı sevmeyi,
· Bir şeye çok düşkünlüğü,
· Hırslı olmayı,
· Boş vermeyi,
· Çekiştirmeyi (dedikoduyu),
· İsrafı ve
· Yanlışı örnek almayı…
Nimet
Nimetin bizlere boşa verilmediğini, hem onu hak etmenin, hem de ona ulaşmadaki yolların (aslında) sadece bize verildiğini unutmayalım. Bize düşen sadece ‘iyi niyetli ve gayretli’ olmaktır. Aşağıda konuya vurgu yapan kısa iki şiir yer almaktadır;
Geldik Dünyaya
Eldeki her nimetin bir külfeti elbet olacak
Bize verilenlerden elbet sınav olunacak
Elbette gün gelip hayat son bulunacak
Bizler sınav olmak için geldik (bu) dünyaya
(Can İyisever’in, ‘Geldik Dünyaya’ adlı şiir kitabından alıntı yapılmıştır)
Nimet
Desem ki sen benim için hava kadar lazım
Ekmek kadar mübarek
Su gibi aziz bir şeysin
Nimetsin (nimet) nimettensin
(C.S.Tarancı)
(NOT: 6/4. bölümün sonu…)