Sedat SADİOĞLU'nun 9 Haziran 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-7/2: Hayatın Gerçekleri Üzerine

Ahiret Hayatı

İnsan ölüp, ebedi kalacağı öbür dünyaya göçtüğünde, ruh yaşı 33 olarak kalır ve artık yaşlanmaz. Birçok din adamının görüşü de bu şekildedir. Üstelik mekân ortadan kalktığından, ışık hızına yakın hareket edebilen serbest bir ‘ruh’ ortaya çıkar. Işık hızı ise saniyede 300.000 km olup, bu hızla hareket eden varlıklar için zamanın duracağı (ünlü fizikçisi Albert Einstein tarafından da) belirtilmiştir.

“Uzay çalışmalarının son zamanlarda bu kadar çok ivme kazanmasının, ışık hızıyla olan ilişkisi üzerine olmaktır. Işık hızında hareket eden bir cisim için zaman duracak ve eğer bu cisim içinde insan var ise yaşlanma olmayacaktır. Uzay çalışmalarını hızlandıran asıl amaç budur.

Bir varlık ışık hızına yakın harekete edince, enerjiye dönüşür. Bu enerji insanın nur’udur, yani ışıktır. Nur için artık zaman durmuştur, sonsuzluk başlamıştır. Ruh bir çeşit enerji olduğuna göre, ‘nurdan varlık’ haline dönüşmüştür. Buradan yola çıkarsak, insan ruhunun sonsuz nur’a dönüşme formülü şöyle olacaktır;

E = m. c² evrensel formülünden

E= nur, m= ruh, c= ışık hızı (sn.de 300.000-km)

Sonuç olarak, zamanın durması, maddi olan bu dünya için geçerli olabilir gibi gözükse de, şu anki teknolojiyle bu hızlara ulaşmak (zaten) mümkün gözükmemektedir…” (Sedat Sadioğlu)

Önemli Açıklama: Yine ünlü fizikçisi Albert Einstein’ın ölümü yakınken itiraf ettiği gibi, ışık hızından daha da fazla hızların olduğunu kabul etmiş olmasıdır. Ben de bu itirafına katılıp, bu hızların ilahi âlemle ilgili olan ve adı da nur-hızı olduğunu iddia ettiğim; saniyene ışık-hızından 1.000 kat fazla olduğu iddiamdır. Bu iddiam Kur’an’da geçen “…..sizin zamanınızla 1000 yıllık mesafe/kere….” şeklindeki benzetmeler ile zaten ifade edilmektedir. Bazı hadislerde de geçen bu 1000 kat benzetmesi, akıl eden insanlar için basitçe çözülebilecektir. Buradan çıkan sonuç nur-hızı=300.000.000-km/sn olacaktır)

(Önemli Not: Daha detay bilgi için lütfen “Nur’lanmak” adlı kitabımın temin edilmesini ve incelenmesini [sayfa 61] tavsiye etmekteyim)

Yetinmek

Bize verilenler, bize kalanlar ve bizim kazandıklarımız açısından, neye ne kadar kanaat ederiz ve neyle ne kadar yetiniriz? Biraz karışık değil mi? İsterseniz bunları benzetmelerle biraz açalım;

· Azla yetinmeyene……………………Budala

· Mevcutla yetinmeyene………..……Nankör

· Daha fazlasını isteyene………...….Aç gözlü

Yukarıdaki bu yakıştırmaların elbette ki bir anlamı ve açıklaması vardır. Şimdi bunun tersinin biz insanlara, bu dünyada kazandırdıklarına bakalım;

· Azla yetinene……………………......Kanaatkâr

· Mevcutla yetinene……………..……Kanaatkâr

· Daha fazlasını istemeyene……...…Kanaatkâr

Siz ne dersiniz…?

Etik ve İnsan

Tarihin ilk devirlerinden itibaren etik değerler ahlak biliminin konusu içinde kalmıştır. Ahlakın bile dinin bir kolu olduğuna olan inanış çok eski değildir. Halen okullarımızda ahlak bilimi, din kültürüyle birlikte verilmektedir. Zaman geçtikçe ahlak tek başına bir bilim kabul edilmiştir. Etik değerlerin de bir bilim olarak kabul edilmesi henüz 20.yüzyılın başlarına rastlar. Demek ki etik değerlere inanış konusunda çok fazla yol alınmış değildir. İnsanoğlunun aç gözlülüğü, sahiplenme isteği, mücadeleci yapısı ve aşırı tüketiciliğiyle başlayan değer kaybı, günümüzde artık en yüksek seviyelerine ulaşmıştır. Etik değerlerin, artık anlamı değişmeye başlamıştır. Aşağıdaki ifadeleri okuyunca, yazılanlara hak vereceğinizi düşünüyorum.

Çevremizdeki insanları biraz uzaktan takip edelim. İnsanların içine düştüğü bazı durumları haber programlarından veya başka programlardan izleyelim. Etik değerlerin nasıl yozlaştığını aşağıdaki haberlerin konularından anlamaya çalışalım. İşin asıl ilginç olan yanı, yine biz izleyenler tarafından bu haberlerin ‘normalmiş gibi’ (kabullenip) izlenmesidir.

· Hırsızlık haberleri

· Rüşvet haberleri

· Şans oyunları

· Cinayet haberleri

· Yaralama haberleri

· Kavga haberleri

· Kaza haberleri

· Şiddet konulu filmler ve diziler

Toplumun içine düştüğü sosyal durum, içinde bulunduğu (gerçek) durum değil midir…?

Hayatın Bağlantıları

“Gerçek şu ki, içinde bulunduğumuz hâl, dağınık, boş rüyalar değildir. Yaşadığımız her şey, ya bir öncesinin sonucu yada bir sonrasının sebebidir.

Hayatta hiçbir şey birbirinden kopuk ve bağımsız gelişmez. Hiçbir anı, öncesinden yada sonrasından soyutlayıp müstakil kılamazsınız. Herşey kesintisiz bir neden-sonuç ilişkisi içerisinde, zincirin halkaları misali birbirine eklenir ve nihai halka olan ölüme bağlanır.” (Ahmet Deniz’in, ‘Ölüm Son Değil’ adlı kitabından)

Yazara katılmamak mümkün değil. Sadece bir yorum olarak, son cümledeki ‘ölüme bağlanır’ ifadesini, ben de ‘sonsuzluğa bağlanır’ olarak ifade etmek (değiştirmek) istiyorum. Çünkü dünya hayatının bağlandığı son hayat ‘ahiret hayatıdır’ ve ahiret hayatı da sonsuzdur...

Neden Varız?

“Hayatın varlık sebebi, kendisiyle iç-içe geçmiş başka sorularla birlikte, düşünenler için bilmecenin en büyüğü ve hayatın bir bedelinin olması gerçeğidir. Bu (da) onu, her şeyden önce cevaplandırması gereken bir olgu haline getiriyor…

“İnsan hayatı ve insan hayatının temel öğeleri sayılabilecek kimi gelişmelerin, maddi verilerle bir izahı yok.

- Mesela bir insan olarak yeryüzüne gelmek,

- Hayat ve ölüm gibi iki olgu ile yüz yüze gelmek,

- Hayata gelmeden önce, cinsiyetini, ana-babanı, kardeşini, akrabalarını, soyunu, milletini, ırkını seçememek,

- Zamana kayıtlı olmak, yani geçmişini silememek, geleceği görememek,

- Duyguları, zaafları ve diğerleri…”

“İnsan olmak, insanın kendi talebi değil. Keza hayat ve ölüm hususunda da insanın fikri alınmıyor. Üstelik bu tekliflerin tümünü yada beğenmediği herhangi birini geri çevirme gibi bir serbestliğe de sahip değil. Bunları ister görmezden gelin, ister isyan edin, ister kabul edin; her halükarda bu acizliğin, dinin getirdiği açıklama dışında bir açıklaması yok…”

“Hayat bahçesine böyle iniyor insan. Hem de iradesi hiç bulaştırılmadan, itiraza mahal bırakmadan. Tıpkı akvaryumdaki balık yada kafesteki kuş misali. Veya duvardaki tablo yada saksıdaki çiçek gibi…” (Ahmet Deniz’in, ‘Ölüm Son Değil’ adlı kitabından)

Neden var olduğumuzu açıklayan güzel ve anlamlı bir yazı değil mi? ‘ Kabul edelim ki, bütün yollar İslam’a çıkıyor…’

Kıymet

Dünyada kıymeti bilinmesi gereken ve hayata dair o kadar çok kavram sayabiliriz ki, çoğu da maddesel olacaktır. Buna insancıl duygu ve düşünce kavramları da dahildir.

Ancak sevgili peygamberimiz (sav), aşağıdaki 5 önemli kavram üzerinde özellikle durmuş ki, bizler Cenneti hem dünyada hem de ahirette yaşayabilelim diye. Bizleri Cennete doğrudan ulaştırabilecek yollar şunlardır;

“Her şeyden önce, beş şeyin kıymetini bil;

  1. İhtiyarlamadan önce gençliğin
  2. Hastalıktan önce sağlığın
  3. Fakirlikten önce zenginliğin
  4. Meşguliyet gelip çatmadan önce boş zamanların
  5. Ölmeden önce hayatın “

Hepsi birbirinden değerli olan bu yolların kıymetini bilmeliyiz ve ona göre davranmalıyız…

Sevgili Peygamberimizden (sav) (konuyla ilişkili) bir hadis;

“Ya âlim ol, ya öğrenci ol, ya dinleyici ol, yada bu kimseleri sevenlerden ol, beşincilerden olan cahillerden olma ki, (yoksa, şeytana uyar) helak olursun…”

Takva Sahibi Olmak

Ahiret hayatı ile ilgi olmak üzere, aşağıda verilen tespitler, hem bu bölümün özeti hem de İslami anlamda, ‘takva sahibi olma’nın şartı ve özeti şeklindedir;

1.tespit: Her türlü sıkıntıda; sabret !

2.tespit: Her türlü adaletsizlikte; affet !

3.tespit: Her zaman hoşgörülü ol !

Herkese sağlıklı, mutlu, başarılı ve hayırlı günler dilerim.

(NOT: 7/2. bölümün sonu…)