Dr. R.Bülend KIRMACI'nın 25 Kasım 2025 tarihli yazısı: Zihni Tutuk, Kanı Donuk Toplum Olmamak!
Her birimizin elinde cep telefonu, önünde tablet.
Neredeyse aynı evin içinde birbirimizle whatsapp’laşıyoruz.
İletişim çağı, reklam verenlere ve toplumları kameralarla izleyenlere güzel.
Aile ziyaretlerinde bile diyalog azaldı, varsa yoksa ekran görüntüleri.
Sonuçta giderek “zihni tutuk, kanı donuk” bir toplum haline gelmekteyiz.
Çocuklar ve gençler de bu ortamda yetişiyor.
Teknoloji adeta herkesi esir almış durumda. Etten kemikten robotlaşma söz konusu.
Demem o ki, ilerleme elbet güzel, elbet kazanımlarla dolu, ancak ölçüyü kaçırmamak gerek.
Ne oldu bize böyle?
Doğum günü şarkısını akıllı cihazlardan çekip dinliyor, taziyelerimizi e-posta ile iletiyoruz!
Sonuçta “akıllı cihazların” ortalama zekayı geriye ittiği, vasatlık içinde debeleniyoruz.
Oysa eskiden mektup yazılırdı…
Alırdın eline kağıdı kalemi tüm duygu ve düşüncelerini yazarsın ama doğru ama yanlış.
Gelen yanıtlar posta kutusundan takip edilirdi; yanıt gelince de içimize sevinç doğardı.
Yazarken aklın çalışırdı. Yazarken duygu ve düşünce dünyan zenginleşirdi.
Okurken de öyle; insan olduğunu, sevenlerin sevmeyenlerin olduğunu, var’lığını hissederdin.
Eskiden bayramlarda kartlar atılır, tebrik kartları alınırdı. Değişik renkler ve resimlerle…
Dahası o kartları, o mektupları gönderdiğimiz pullardan elde edilen gelirin bir kısmı hayır işlerine ayrılırdı…
Çoğumuz o arada ben de, pul koleksiyonu merakına böyle eriştim.
Ekranlar siyah – beyaz ancak dünyalarımız daha renkliydi…
İtiraf edeyim ki o siyah – beyaz ekrandan ulusal maçları izlerken duyduğum heyecan yok artık.
Nasıl olsun ki? Adamlara baksanıza “şike yapıp, bahis oynuyorlarmış”; demek ki yetmiyor kazandıkları…
Doyumsuz bir toplum olduk!
Ne oldu bize böyle, ne oldu?
Adım adım tüketim toplumu haline geldik.
Taklide, kıskançlığa, harisliğe sürüklendik; sosyalliğimizi kaybettik.
Vahşi kapitalizm için, üretirken sömürülen, tüketirken kazıklanan birer obje haline getirildik.
Bu gerçekleri biliyor ve yaşıyoruz; belki benim yazmama da gerek yok ama işte yazıyorum:
Ailelere ve öğretmenlere büyük ödevler düşüyor.
Çocuklarımızın ve gençlerin ahlaklı, toplumsal değerlere saygılı ve elindeki nimetlerin değerine vakıf birer birey olarak yetiştirilmeleri çok ama çok önemli…
İnsan eğer var’lığının bilincindeyse ve aidiyet duygusu içindeyse insandır…
Bu anlamda gelin geleneklerimizin güzel yönlerine tekrar sarılalım.
Birbirimizle yüz yüze iletişim kuralım, sevdiklerimize mektup yazalım, bayramlarda tebrik kartları atalım.
Çevresel koşullar aksini zorlasa da, insan olmanın biricik ayrıcalığını hayat eylemliğimizle yaşayalım.
Unutmayalım: robotların ruhu, kapitalizmin insafı, cep telefonları ve tabletlerin vicdanı yoktur ve olamaz ve olmayacaktır.
Teknolojiyi biz kullanalım; o, bizi kullanmasın!
İnsanı doğallaştıran, doğayı insancıllaştıran bir yaşam çizgisiyle geçelim bu dünyadan…
Çünkü en büyük hazinemiz hakkaniyetli, empati kurabilen, yoksulu yetimi de düşünen birer insan olabilmektedir…
İnanın bu, elimizdedir…