Sibel BAY'ın 30 Temmuz 2025 tarihli yazısı: Aşırı Bilgi Çağında Neden Hâlâ Yanılıyoruz?

Bir zamanlar bilgiye ulaşmak zordu. Ansiklopediler karıştırılır, kütüphanelerde saatler harcanırdı. Şimdi ise cebimizdeki bir ekranla saniyeler içinde milyarlarca veriye ulaşabiliyoruz. Google, sosyal medya, dijital arşivler ve yapay zeka destekli araçlarla bilgi bolluğunun tam ortasındayız. Peki, bu kadar çok “bilgi” elimizin altında, neden hâlâ bu kadar çok yanılıyor?

Cevap basit gibi görünse de aslında oldukça karmaşık: Her bilgi, doğru bilgi değildir.

Bilginin doğruluğu ile erişilebilirliği arasındaki fark giderek açılıyor. Evet, daha fazla içeriğe ulaşıyoruz ama bu içeriklerin ne kadarı güvenilir, ne kadarı filtreli, ne kadarı kasıtlı bir manipülasyon ürünü olduğunu bilemiyoruz. Yanlış bilgiye erişmek, doğru bilgiye erişmekten çok daha kolay hale geldi.

Ayrıca artık insanlar bilgiye ulaşmak için çabalamıyor, kendi inançlarına uygun olanı seçiyor. Sosyal medya algoritmaları da bu eğilimi körüklüyor. Ne aradığımız değil, neyi duymak istediğimiz önemli hale geldi. Bu, “onay yanlılığı”nın dijital bir uzantısı aslında. Herkes kendi yankı odasında yaşıyor ve bu odaların duvarları bilgiyle değil, inançla örülüyor.

Dijital çağın cehaleti, klasik anlamda bir “bilgisizlik” değil. Bilgiyi bilmemek değil, yanlış bilgiye güvenmek, doğruluğundan emin olmadan paylaşmak ve sorgulama refleksini yitirmek. Sadece haberlere, siyasi içeriklere değil, sağlıktan tarihe kadar her alanda bu sorunla karşı karşıyayız. Bugün hâlâ düz dünya teorileri, aşı karşıtlığı, bilimsel gerçekleri inkâr eden akımlar bu yüzden varlığını sürdürüyor.

Bir başka etken de zihinsel yorgunluk. İnsan beyni bu kadar yoğun veriyi filtreleyemiyor. Bu da bizi kestirme yollara, kolay çözümlere ve manipülasyona açık hale getiriyor. Düşünmek, sorgulamak, analiz etmek emek istiyor. Ancak “tıkla ve geç” çağında yaşarken bu emek çoğu zaman boşa harcanmış gibi geliyor. Halbuki asıl mesele bilgiye ulaşmak değil, bilgiyi anlamak ve doğru kullanmaktır.

Bilgi bolluğunda boğulmamak için süzgeçli bir zihin şarttır. Her duyduğumuza inanmamak, kaynak sorgulamak, farklı görüşleri okumak ve en önemlisi, bilmediğimizi kabul edebilmektir. Çünkü asıl cehalet, eksik bilmek değil, eksik bilmesine rağmen “emin” olmaktır.