Sibel BAY'ın 12 Kasım 2025 tarihli yazısı: Kadın-Erkek Rollerinde Sessiz Devrim
Yüzyıllardır süregelen kadın-erkek ilişkileri, modern çağın hızla değişen toplumsal dinamikleriyle birlikte yeni bir evreye girdi. Artık mesele yalnızca kadınların hak mücadelesi olmaktan çıkarak, toplumsal rollerin yeniden tanımlandığı, “kadın” ve “erkek” olmanın anlamının değiştiği bir dönüşüm haline geldi. Bu dönüşüm, kimi zaman sessiz bir devrim gibi ilerlese de kimi zaman ise görünmez dirençlerle yavaşlıyor.
Geleneksel toplumlarda kadının rolü çoğunlukla “ev içi üretim”le sınırlandırılmış, erkeğin rolü ise “dış dünyanın temsili” olarak görülmüştür ancak küreselleşme, eğitimde fırsat eşitliğinin artışı ve dijitalleşme, bu katı kalıpları zayıflatmaya başlamıştır.
Kadın artık yalnızca evin değil, aynı zamanda da kamusal alanın da öznesine dönüşürken, erkek ise ilk kez duygusal emeğin ve eşitlik talebinin merkezinde sorgulanan bir figür hâline gelmiştir.
Ne var ki bu değişim sanıldığı kadar sorunsuz ilerlememektedir. Bir yanda eşitlik idealleriyle yetişen genç bir kuşak bulunmaktadır, diğer yanda ise ataerkil alışkanlıkların hâlâ etkisini sürdürdüğü aile yapıları, işyerleri ve kültürel kalıplar varlığını korumaktadır.
Kadınların eğitim düzeyi ve mesleki yetkinliği artmasına rağmen, iş yaşamında “cam tavan” etkisi varlığını sürdürmektedir. Yönetici pozisyonlarındaki kadın oranı hâlâ düşüktür ve ücret eşitsizliği devam etmektedir. Erkeklerin iş yaşamında duygusal yük taşımaya yönelik toplumsal beklentilerinde de önemli bir değişim yaşanmamaktadır. Toplum, erkeklerin hâlâ “güçlü”, “soğukkanlı” ve “fedakâr” olmalarını beklemektedir.
Oysa günümüz dünyası yalnızca kadınların eşitliğini değil, erkekliğin yeniden tanımlanmasını da zorunlu kılmaktadır. Erkeklerin duygusal ifade biçimleri, bakım emeğine katılımı ve ebeveynlik rolleri artık toplumsal ilerlemenin ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir.
Z kuşağıyla birlikte toplumsal cinsiyet kavramı yalnızca biyolojik bir ayrım olmaktan çıkarak, bir kimlik yelpazesi hâline gelmiştir. Kadınlar bağımsızlıklarını yalnızlıkla karıştırmadan yaşamayı öğrenmekte, erkekler ise güç kavramını duygusal açıklıkla yeniden tanımlamaktadır. Sosyal medya, eğitim ve iş hayatı gibi alanlarda “eşitlik” kavramı artık daha çok “denge” kavramıyla birlikte tartışılmaktadır.
Bununla birlikte toplumun geniş bir kesiminde kalıplaşmış yargılar hâlâ varlığını sürdürmektedir. “Kadın isterse yapar” söylemi dahi kimi zaman farkında olunmadan sorumluluğu yalnızca kadına yükleyen bir sistemin yeniden üretimi hâline gelmektedir.
Değişim Mümkün müdür?
Gerçek dönüşüm yalnızca yasalarla veya kampanyalarla değil, toplumsal bilinçle gerçekleşebilmektedir. Erkekliğin duygusuzlukla, kadınlığın ise fedakârlıkla özdeşleştirildiği bir toplumda eşitlikten söz etmek kolay değildir. Bununla birlikte her sorgulama ve her farkındalık, bu dönüşümün önemli bir adımını oluşturmaktadır.
Günümüzde kadınlar yalnızca hak değil, ayrıca görünürlük talep etmektedir. Erkekler ise “duygusal özgürlük” kavramını keşfetmektedir. Bu nedenle asıl mesele, bir cinsiyetin diğerine karşı mücadelesi değil, her iki cinsiyetin de kalıplardan özgürleşme mücadelesidir.