Hüseyin ALPASLAN'ın 23 Ağustos 2025 tarihli yazısı: MELHÂME-İ KÜBRÂ’DAN BÜYÜK ZAFERE

Bugün, tarihimizin en kritik dönüm noktalarından birini anıyoruz. 23 Ağustos 1921’de başlayan ve tam 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi, sadece bir askeri çatışma değil, bir milletin varoluş mücadelesiydi. Anadolu’nun bağrında, 100 kilometrelik bir cephe hattında süren bu büyük çarpışma, Türk Kurtuluş Savaşı’nın kaderini değiştiren anlardan biri oldu.

Yunan ordusu 120 bin kişilik güçlü birlikleriyle, ağır silahlar ve toplarla donatılmış halde Ankara’ya doğru ilerliyordu. Karşılarında ise yaklaşık 100 bin kişilik Türk ordusu vardı; yorgun, eksik donanımlı ama kararlılığıyla ayakta duran bir ordu. Sayısal üstünlük ve teknik imkan bakımından Yunanlar avantajlıydı, fakat Türk tarafının sahip olduğu şey çok daha kıymetliydi: bağımsızlık iradesi ve vatan sevgisi.

Savaşın bilançosu ağır oldu. Türk ordusu yaklaşık 5 bin şehit, 18 bin yaralı ve binlerce kayıp verirken; Yunan ordusunun kaybı 20 bini aşmıştı. Bu kanlı tablo, Sakarya’nın neden “Subaylar Savaşı” ve Mustafa Kemal Paşa’nın sözleriyle “Melhâme-i Kübrâ” yani büyük kan gölü olarak anıldığını anlatmaya yeterdi. Ancak kayıpların büyüklüğü, milletin azmini sarsmak yerine daha da pekiştirdi.

Bu zorlu günlerde cephede olduğu kadar Ankara’da da büyük bir mücadele vardı. Türkiye Büyük Millet Meclisi hem savaşın yükünü taşıyor hem de içerde tartışmalarla çalkalanıyordu. Kimi milletvekilleri, ordunun geri çekilişleri karşısında büyük bir endişeye kapılmış, hatta hükümetin Kayseri’ye taşınması gerektiğini dahi dile getirmişti. Bazı vekiller Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık yetkilerini sınırlamak için çaba gösteriyor, “olağanüstü yetkilerin” Meclis iradesini gölgede bırakacağı endişesini taşıyordu.

Ancak Sakarya’daki direniş, tüm bu tartışmaların seyrini değiştirdi. Mustafa Kemal Paşa’nın stratejik dehasıyla verilen “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” emri, yalnızca askeri bir taktik değil, Meclis’in ve milletin zihninde bir diriliş çağrısıydı. Zaferin ardından, TBMM Mustafa Kemal Paşa’ya “Gazi” unvanını ve “Mareşal” rütbesini verdi. Bu karar, yalnızca bir minnet ifadesi değil, aynı zamanda Meclis’in milli mücadele liderliğine güveninin açık bir tesciliydi.

Sakarya Meydan Muharebesi yalnızca bir askeri başarı değil, TBMM’nin otoritesini pekiştiren, halkın moralini yükselten ve bağımsızlık yolunda en büyük engeli aşmamızı sağlayan tarihi bir dönüm noktasıydı. Yunan ordusu taarruz kudretini kaybetmiş, Türk ordusu ise kendi gücüne ve milletin dayanışmasına güvenmeyi öğrenmişti.

Bugün bu destanı hatırlamak, sadece bir geçmiş anısı değildir. Sakarya bize, yokluklar içinde dahi bir milletin nasıl kenetlendiğini, irade ve kararlılıkla düşmana karşı durabileceğini öğretir. Bağımsızlık yalnızca silahla değil, inançla, sabırla ve birlikle kazanılır. Sakarya Zaferi işte bunun en büyük kanıtıdır.