Sibel Bay'ın 2 Temmuz 2025 tarihli yazısı: Mükemmeliyetçiliğin Sonu Olmayan Labirenti

Kendimizi hep daha fazlasına zorladığımız bir dünyada, “yeterince iyi”nin ne demek olduğunu unutur olduk. Mükemmeliyetçilik adı verdiğimiz bu bitmeyen arayış, çoğu zaman başarmaktan çok kendimizi cezalandırma şeklimiz haline bürünmektedir. Hedefe ulaştığımızda bile içimizde beliren boşluk hissi, aslında neyi kanıtlamaya çalıştığımızı bile unuttuğumuzu gösterir.

Çoğu zaman sevilmeye layık olup olmadığımızı sorgulamamak için işimize, hedeflerimize ve görev listelerimize tutunuruz. Bizi biz yapan değerleri tanımlamak yerine “daha fazla başarı, daha fazla kanıt, daha fazla onay” gibi belirsiz kıstasların ardını takip ederiz. İronik biçimde, kendimizi sevdirmeye çalışırken başkalarının sevgisini hak etmek için yine kendi koyduğumuz değişken standartlarla yarışırız. Üstelik bu standartlar hiçbir zaman net olmamakla birlikte, hep daha fazlasını ister, biraz daha ileride olmayı şart koşar.

Mükemmeliyetçilik çoğu zaman bir kaçış aracı haline gelmektedir. İşimize sığınmak, duygusal risklerden ve kendimizi kırılgan biçimde ortaya koymaktan uzak tutar. Oysa gerçek risk, bir başkasına kendimizi olduğumuz gibi gösterebilmekte, sevgiyi olduğu gibi kabul edebilmekte saklıdır. Bazen insanlardan sevgimizi hak ettiklerine dair kanıt beklerken, kendimizi de sevilmeyi hak etme yükünün altında eziliriz. Ne kadar çabalarsak çabalayalım, içimizdeki “yetersizlik” hissi geçmez.

Güvende hissetmek uğruna kendimizi kapatırken, aslında hayatı kaçırarak en büyük riski alıyoruz. Sevildiğimizi bilmek, buna güvenmek ve bunu hissetmeye izin vermek çoğu zaman en büyük cesaret işidir. Kendimizle ilgili belirsizliklere, karışıklıklara tahammül etmeyi öğrenmek, mükemmeliyetçilikle değil, kendimizle barışmakla mümkün. Her şeyi kontrol etmeye çalışmak yerine, bazen kontrolü bırakmanın hayattaki en büyük özgürlük olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Mükemmeliyetçiliğin asıl tuzağı, bize bir gün her şeyin yoluna gireceği, bir gün kendimizi tamamen seveceğimiz ve tam anlamıyla huzur bulacağımız umudunu satmasıdır. Oysa hayatta hiçbir zaman tam bir kesinlik yoktur ve belki de en büyük iyileşme, belirsizliğe rağmen ilerleyebilme cesaretini göstermekte saklıdır. Sevilmek için mükemmel olmamız gerekmiyor. Kendimizi sevdirmek için kendimizi yok etmemiz gerekmiyor.

Bazen gerçekten sevildiğimize güvenmek, tüm mükemmeliyet planlarımızdan daha iyileştirici bir adımdır. Belki de asıl mesele, kendimizi kanıtlama çabamızı bırakmak ve olduğumuz gibi kabul edilmeye izin vermektir.