Betül Gökçe AKGÖL'ün 31 Mayıs 2024 tarihli yazısı: Savaşın Kirli Yüzünü Gösteren Anne Frank’ın Hatıra Defteri

Anne Frank, II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'nın işgali altındaki Hollanda'da yaşamış Yahudi bir kızdır. Annesi Edith, babası Otto Frank ve kız kardeşi Margot ile birlikte Amsterdam'da sığınma yaşamı sürdürmüşlerdir.

Anne Frank 1929 yılında Almanya’nın Frankfurt şehrinde doğdu. Doğduğu yıllarda Almanya’da işsizlik oranı yüksekti, halk yoksulluktan kırılıyordu. Aynı zamanda bu dönem, Adolf Hitler’in giderek taraftar topladığı ve yaygınlaşan antisemitizm duygulardan faydalandığı yıllara denk geliyordu. Hitler, tabiri caizse Yahudilerden nefret ediyor ve Almanya’daki neredeyse tüm problemlerden onları sorumlu tutuyordu.

Yahudilere karşı artan nefret söylemleri nedeniyle Anne Frank ve ailesi Hollanda’ya gitmek zorunda kaldı. Babası Otto, Amsterdam’da pektin ticareti yapan bir şirket kurdu. Kısa sürede Anne Frank da Hollanda’yı sevmeye başladı. Yerel dili öğrendi, yeni arkadaşlar edindi ve bir Hollanda okuluna kaydoldu. Çok geçmeden Nazi Almanya’sı 10 Mayıs 1940’ta Hollanda’yı işgal etti. 5 gün sonra ise Hollanda ordusu Almanya’ya teslim oldu. Naziler, yavaş ama emin adımlarla Yahudilerin Hollanda’daki hayatını zorlaştıracak yasa ve düzenlemeler getiriyordu. Parklar, sinemalar yasaklanıyor, sahibi Yahudi olmayan dükkanlara girmeleri engelleniyordu. Kurallar gün geçtikçe ağırlaştı ve son olarak Yahudilerin kendi işlerini yapmaları yasaklandı. Bunun sonucunda Anne’nin babası Otto şirketini kaybetti. Anne dahil tüm çocuklar ise ayrı olan Yahudi okullarına gitmek zorunda kaldı.

Naziler her seferinde bir adım daha ileri giderek Hollanda’daki Yahudiler için hayatı zorlaştırıyordu. Yahudiler, artık yakalarına Davut Yıldızı takmak zorunda bırakılırlarken, diğer taraftan Hollanda’dan sürülecekleri dedikodusu halk arasında hızla yayılıyordu. Tam bu sıralarda Anne’nin kendisinden 3 yaş büyük ablası Margot, 5 Temmuz 1942’de Nazi Almanya’sı tarafından çalışma kampı için rapor vermesi adına ülkeye çağırıldı. Bu durumdan şüphelenen ve çağrının rapor için olmadığını düşünen aile, ertesi gün saklanmaya karar verdi.

1942 yılı temmuz ayında aileleri, işyerlerinden ve evlerinden kaçarak gizlice Amsterdam'da Prinsengracht Caddesi'nde bulunan bir depoya yerleştiler. Bu yer, Otto Frank'ın iş yerinin arkasında bulunan bir depodur ve daha sonra "Anne Frank Evi" olarak bilinecektir.

Eski meslektaşlarından yardım alarak bir yaşam alanı oluşturmaya çalışan Otto’ya, kalacakları yer sıkışık olmasına rağmen 4 kişi daha katıldı. Saklanmaya gitmeden kısa bir süre önce ailesi Anne’ye 13'üncü yaş günü için bir günlük hediye etmişti. Anne Frank, saklandıkları Prinsengracht 263 adresindeki küçük evde yaşadığı tüm olayları iki yıl boyunca bu günlüğe yazdı. Aynı zamanda duygu ve düşüncelerine de günlüğünde yer veren Anne Frank, aslında tüm dünyada yankı uyandıracak bir savaş belgesi yazdığının farkında değildi.

O sırada İngiltere’de bulunan Hollanda’nın Eğitim Bakanı, Radio Orange verdiği bir demeçte, savaş günlüklerinin ve belgelerinin saklanması için özel bir çağrı yapmıştı. Bunu öğrenen Anne Frank, Gizli Ek adını verdiği tek bir hikâyede yaşadıklarını daha detaylı olarak yeniden yazmaya başladı. Anne, günlüğü tekrar yazmaya başladı ancak yazısı bitmeden o ve diğer saklanan insanlar 4 Ağustos 1944’te polis memurları tarafından yakalandı. Baskına rağmen Anne’nin yazılarının bir kısmı onların saklanmasına yardım eden Miep Gies tarafından uzunca bir süre korundu.

8 Ağustos’ta Westerbrok’a gönderilen Frank ailesi, bundan bir ay sonra SS subayları tarafından Polonya’daki Auschwitz Toplama Kampı’na giden bir trene bindirildi. 3 gün süren yolculuğun sonunda doktorlar, kimlerin ağır işlerde çalışıp çalışamayacağını kontrol edebilmek için yaklaşık 1000 kişiyi muayeneden geçirdiler. Anne, kız kardeşi Margot ve anneleri Edith Frank, kadınlar için ayrılan toplama kampına götürülürken, baba Otto Frank kendisini erkekler kampında buldu.

Kasım 1944’te Anne Frank ve ablası Margot, Bergen-Belsen toplama kampına götürülürken ebeveynleri Auschwitz’de kaldı. Bergen-Belsen toplama kampında şartlar daha zorlayıcıydı; yiyecek kıtlığı, soğuk hava ve salgın hastalıklar nedeniyle her gün onlarca kişi ölüyordu. Kampa getirildikten kısa bir süre sonra Anne ve Margot kardeşler de tifüs kaptı. 1945 yılının şubat ayında önce Margot, daha sonra Anne Frank hastalıktan dolayı hayata veda etti. Anneleri Edith ise 1945 yılının ocak ayında Auschwitz’deki toplama kampında vefat etti. Bu korkunç yolculukta hayatta kalan tek kişi baba Otto Frank oldu. Sovyet Kuvvetleri’nin Auschwitz toplama kampındakileri serbest bırakmasının ardından Hollanda’ya dönen Otto, kızlarının ve eşi Edith’in artık hayatta olmadığını burada öğrendi. Anne Frank’ın saklandıkları süre boyunca korkularını, umutlarını ve yaşadıklarını kaydettiği günlüğü, Frank ailesinin gizlenmesine yardım eden Miep Gies tarafından korunmuştu.

Baba Otto Hollanda’ya döndüğünde Gies, Anne Frank’ın tuttuğu günlüğü Otto’ya teslim etti. Arkadaşlarının ısrarıyla Otto Frank kızının yazdığı günlüğün yayınlanmasına onay verdi ve ilk etapta 3 bin kopya basıldı. Daha sonra 70 dile çevrilen günlük hem sahneye hem de beyaz perdeye uyarlandı. Saklandıkları yer ise 1960 yılında müzeye dönüştürüldü. Böylece dünyanın her yerinden insanlar, Anne Frank’ın hikâyesiyle tanışıp Holokost’un korkunç yüzüne birebir şahit oldu. Uzun bir süredir Anne Frank’ın mirasını yaşatmak isteyen birçok kurum, kuruluş ve kişi yoksul çocukların hayat şartlarını iyileştirebilmek için sayısız burs programı uyguluyor. Bugün de Anne Frank adına gençleri yetiştirmek için yapılan çalışmalar hız kesmeden devam ediyor.

Anne Frank'ın günlüğü, savaşın insanlık üzerindeki etkilerini anlatan en etkileyici eserlerden biri olarak kabul edilir. Anne Frank'ın yazdıkları, insanlığın acımasızlığına ve ırkçılığın yıkıcı etkilerine dikkat çekerken, aynı zamanda umudu ve insanın içsel gücünü de vurgular. Bugün, Anne Frank'ın günlüğü dünya çapında okullarda, kitap kulüplerinde ve tüm yaş grupları arasında önemli bir okuma ve öğrenme materyali olarak kullanılmaktadır. Anne Frank, savaşın kurbanlarından biri olmasına rağmen, eserleri aracılığıyla yaşamaya ve umuda olan inancını sonsuza kadar sürdürmüştür.