Sonsuzca olan hakikate ilişkin ürettiğimiz tasavvurlarımızdan kimileri, yaşamlarımız üzerinde bir karşılık bulmak suretiyle doğru bilgi olarak kayıtlara geçiyor. Bu karşılık bulma hâlinin tesadüf olup olmadığı ise başlı başına ayrı bir tartışmanın konusu. Bana kalırsa daha önemli olan, doğruluğun ölçütünü nerede aradığımız. Düşüncelerin yaşamla temasını ne kadar önemsiyoruz? Bu soruya verdiğimiz yanıt, hakikat arayışımızın yönünü tayin ediyor.
Bazıları için doğru bilginin kaynağı insan zihninin ürettiği yapılarken kimileri için doğruluk, bundan bağımsız bir şekilde ancak nesneler üzerinde gözlemlenebilir. Oysa yazının ilk cümlesinde belirttiğim gibi asıl belirleyici unsur, bu iki alanı da içine alan hayatın tam da kendisidir. Hayat, düşüncelerin sınanarak güçlendiği ya da kaybolduğu dev ve çok katmanlı bir süzgece benzer. Bir bilginin geçerliliği, işlevselliği ve dayanıklılığı bu süzgeçten geçirilmeden tam manasıyla anlaşılamaz. Yani inşa ettiğimiz tasarımlarımızın muteberliği ve özgürlüğü hayatın çizdiği sınırları aşamaz. Düşüncelerimiz bahse konu hudutlara içkin olmak mecburiyetindedir.
Tüm bunlar dikkate alındığında yaşam ile sınanmamış bir bilgiye doğru bilgi denemeyeceği kolaylıkla idrak edilecektir. Hakikatin tezahür edebilmesi için ileri sürülen açıklamaların deneyimlerle örtüşüyor olması gerekir. İşte tam da bu nedenle hakikati kavramak demek, hayatı anlamak demektir. Hayatın şuuruna varabilmenin önemi ise insanoğlunun kendisini tartma ve tanıma gayretlerinin belki de en önemli basamaklarıdır.