Betül Gökçe AKGÖL'ün 4 Kasım 2025 tarihli yazısı: Eski Fotoğraflar
Bazen bir çekmecenin köşesinde, sararmış bir fotoğraf çıkar karşımıza. Tozunu üfleriz, dikkatle bakarız; o an sadece bir kare değil, bir zamanın içindeymişiz gibi hissederiz. Gözlerimizin önünde duran şey aslında bir hatıradır ama o kadar canlıdır ki, sanki fotoğraftaki insanlar birazdan konuşacak, o gülümseme birazdan canlanacak gibidir. Eski fotoğraflar, zamanın en sessiz tanıklarıdır. Ne konuşurlar ne de değişirler ama bir bakış, bir el hareketi ya da bir gülümseme, yıllar sonra bile duygularımızı yerinden oynatabilir. O karelerde yalnızca insanlar değil, bir dönemin kokusu, bir evin ışığı, bir sokak sesi de gizlidir. O yüzden bazen bir fotoğrafa baktığımızda burnumuza eski bir sabun kokusu gelir, ya da içimizi anlatamadığımız bir özlem kaplar. Bugünün dijital dünyasında her şey hızlı geçiyor. Bir fotoğraf çekiliyor, birkaç saniye sonra unutuluyor. Oysa eskiden bir fotoğraf, beklemekti. Makineye filmi yerleştirmek, banyosunu yaptırmak, zarftan çıkan karelere heyecanla bakmaktı. Belki de o yüzden eski fotoğraflar daha kıymetli; çünkü içinde hem sabır var hem de emek. Bazen bir fotoğraftaki gülümsemeye bakar, “acaba ne düşünüyordu o anda?” diye geçiririz içimizden. Belki de o gülümsemenin arkasında bir hüzün, bir umut, bir başlangıç vardı. Fotoğraflar bize sadece geçmişi hatırlatmaz; kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi de gösterir. Her kare, bir hayatın küçük bir tanığıdır. Zaman akar, insanlar değişir, şehirler bile başka bir yüz takınır ama bir fotoğraftaki an değişmez. O yüzden eski fotoğraflara baktığımızda sadece geçmişi değil, kendimizi de görürüz. Çünkü bazen bir gülümseme, bir ömrün en sessiz ama en güçlü hikâyesini anlatır.