Sedat SADİOĞLU'nun 29 Haziran 2025 tarihli yazısı: KALİTENİN BOYUTLARI-8/1: Kaliteye Giriş-Kalite Üzerine

Adı kalite olan ya da kaliteyi konu alan pek çok kitap, bildiri ve makale, 1985’li yıllardan bu yana karşımıza -mutlaka- çıkmıştır. Çoğunluğu yabancı yazarlara ait olan bu çalışmalar, çok değerli kaynaklardır. Özellikle bu kitaplarda öyle o kadar ilginç ve duyulmamış uygulamalara rastlarsınız ki adeta şaşırırsınız. Tabi, bu şaşırma ve hayretlerle karşılama çok normaldir. Çünkü kültürler farklıdır. Bu farklılık, insanların birbirlerini anlamada -şüphesiz- önemli bir farktır ve dolayısı ile anlayış da farklıdır. Bizim yerlere yatarak güldüğümüz bir fıkraya, bir Amerikalı sadece tebessüm edebilir. Veya hiçbir tepki göstermeyebilir. Tersine bir durumda, onların katılarak güldüğü bir espriye biz hiçbir anlam bile veremeyebiliriz. Bir diğer önemli fark, ne yazık ki, -kulağımıza hiç hoş gelmeyen, ancak hep sözünü ettiğimiz- uygarlık farkıdır. Yani ulaşılan yaşam seviyesi de diyebildiğimiz fark! Bu fark öyle birkaç yıl ya da beş-on yıl içinde oluşmamıştır. Bu fark, yüzyılları aşan bir zaman aralığında oluşmuştur ve kapanması da biraz zordur.

İnsanoğlu doğruyu bulma yolunda yaşadığı acı-tatlı, güzel-çirkin pek çok olayda, deneyim sahibi olmuştur. Bu deneyimleri ne yazık ki, kötü sonuçlardan iyiyi bulma şeklinde gerçekleşmiştir. Burada bazı çarpıcı örnekler verilebilir. Bu örneklerde insan öğesi başroldedir.

*Bir daha geri getirilmesi çok zor olan (nesli tükenmiş) hayvan türleri

*Çöle dönen ve dönmeye devam eden verimli topraklar

*Nükleer denemelerle oluşan yeraltı depremleri ve volkanik hareketler, kirlenen okyanuslar

*Acı trafik kazaları

*Hatalı imalatlardan kaynaklanan ve büyük zarar veren iş kazaları

*Petrol tankeri kazaları ve atıklarla kirletilen denizler, vb.

Uygarlık bayrağını taşıyan ve bugün lider dediğimiz ülkeler, işte bu acı deneyimleri uzun yıllar önce yaşamış ve insanlık adına önlemler almaya başlamışlardır. Kısaca, deneyime dayalı bu önlemleri klasik anlayış olarak tanımlarsak, uzun süre çok işe yaradıkları söylenebilir. İleri uygarlık sahipleri, İkinci Dünya Savaşı’nın bıraktığı derin izleri de son deneyim kabul ederek, bir daha insanlığı kötü bir duruma düşürmemek için modern bir anlayışla sorunlara yaklaşmaya başlamışlardır. Bu modern anlayışın temeli, -kısaca- önlemeye yönelik bütün girişimler olarak tanımlanabilir. Bu kavram yani önlem, şüphesiz birlikte hareket edilmesi gereken bir özelliği de içermektedir. Siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik alanlarda kendisini hemen gösteren bu gelişmeler, sonuçlarını vermeye başlamış oldu. Bu gelişme ve yapılanmaların en önemlileri; BM (Birleşmiş Milletler), NATO, AET (sonradan siyasi boyut da kazanarak Avrupa Birliği oldu), BDT (Sovyetlerden dağılan devletlerin oluşturduğu birlik), OECD, Güneydoğu Asya Pasifik Paktı, diğer paktlar, birlikler ve örgütlerdir.

Birlikten sadece kuvvetin değil, insanlık adına güzel olan her şeyin doğacağını anlayan ülkeler, ileri ve lider ülkelerin önderliğinde birçok anlaşmaya imza koydular. Gizliden gizliye 3. dünya savaşının meydana gelebilmesi şartlarının ortadan kaldırılmasını da düşleyen devletler, biraz da ortada kalmamak için ve bazıları da zorunlu olarak, birliklere imza koydular. Artık başka dünyanın olmadığı ve üzerinde bizim yaşadığımız yeryüzü için yani dünya için, artık herkesin elinden geldiği kadarıyla bir şeyler yapması gerekiyordu. Nitekim bazı kısıtlayıcı ve denetleyici kuralların oluşturulup, bunların uygulanabilmesi için diğer BM üyeleri bunlara imza koymayı kabul etmişlerdir. Hukuk kanunlarının uluslararası platformlarda geçerliliği için Adalet Divanı’nın oluşturulması, UNESCO, IMF (Uluslararası Para Fonu) ve benzeri uluslararası kuruluşların kurulması bunlara güzel örneklerdir.

İleri ülkeler deneyimleri sayesinde, pek çok alanda ve ortak yaşam adına, güzel altyapıları bizlere kazandırmışlardır. Bu güzel altyapılardan biri standartlarlar olup, bizim ilgilendiğimiz ise kalite yönetim sistem standartlarıdır. Bugün biz bu standartları ISO 9000 adı altında aynı şekilde alıyoruz ve Türk Standartları’na TS EN ISO 9000 olarak çeviriyoruz. Bir yerde dünya ile ortak hareket ediyoruz ve bu gelişmeyi olduğu gibi alarak, kendi ülkemize uyguluyoruz.

İşte tam bu sırada düşmememiz gereken bir tuzaktan bahsedeceğim. Bu tuzak öyle bir geliyor ki, daha başında önlem alamazsak, ne yazık ki kültürümüzü de etkiliyor. Kısaca anlatılamayan ancak yaşandıkça ve örnekleriyle kendisini gösteren bir tuzak! Eskiden buna kültür emperyalizmi diyorduk. Ancak, şimdi adı değişmiştir veya adını değiştirmiştir, teknolojik sömürü olmuştur. Bu sömürünün bir başka boyutu ulusal dilin yozlaşmasına da etki yapmaktadır. Bir diğer boyutu da özgün tasarım veya yaratıcı düşünceyi yok etmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların hepsi tehlikeli ve etkileri derin zararlar veren türdendir.

Yukarıdaki yozlaşmalara en güzel örnek, Türk dilinde şu anda bulunan yabancı teknik kelimelerin çoğunluğudur. Üstelik bu kelimeler güncel konuşmamıza ve yaşantımıza girmiştir. Artık kullanımı yaygınlaşmış ise, o yabancı kelimeleri benimsememiz gerekir ancak, yeni kelimeler için -mutlaka- önlem almalıyız. Konumuzla doğrudan ilgili olduğu için, bir örnek de kalite uygulamalarından vereceğim. Birçok saygın eğitim kuruluşu veya merkezi, hazırladıkları eğitim programlarında beachmarking’e yer verirler. Üstelik yaptığım incelemelerde, bu eğitim yıllardır veriliyor ve Türkçe karşılığı (kıyaslama) olduğu halde! Diğer bazı örnekler de şöyledir; revize (gözden geçirip değiştirmek), update (güncelleme), departman (bölüm), versiyon (sürüm), check-list (kontrol listeleri), vb.

Flaş, yeni ve güzel çalışmalar her zaman hayranlık uyandırır. Ancak, bu hayranlık insanı kendisinden geçirmemeli, tam tersine dürtülemelidir!

Ülkemizde yaşayan insanların psiko-sosyal yapısı analiz edildiğinde, duygusal oldukları gözlenir. Bu ne yazık ki bizi, duyarlı ve sabırsız da yapmaktadır. Yani çok çabuk ulusal duygulara sarılıp, yine çok çabuk hareket edebilmekteyiz. Milliyetçilik kavramının Atatürk’ten bu yana önemli ölçüde başka boyutlarda algılandığı ve anlaşıldığı ülkemizde, gerçekten kelime seçimlerinde ve konuşmalarımızda bile çok duyarlı ve dikkatli davranmalıyız. Bu, insanımızla anlaşmak (diyalog) için şarttır ve karşılıklı saygı için de gereklidir. Madem birliktelikten ve birlikte hareket etmekten bahsediyoruz, o zaman bazı özverilerde bulunup, mantıklı hareket etmeliyiz. Bizim kelimelerle ulaştığımız bir devirde (1970-1980) Ülkemiz 20 yıl geriye gitmişti ve çok kötü anılarla ortada kalmıştık. Yine o devirlerde Dünya, sibernetik çağı, bilişim çağı, iletişim çağı, elektronik çağı ve uzay çağı adı altında dev adımlar atmıştı!

Bütün bu örnekleri, gelinen seviyeleri hatırlatmak, birliktelik kavramının önemini vurgulamak ve treni kaçırmamak için vermek zorunda hissediyorum. Zaten bir şeyler karalamanın ve bunu ciddi bir kitapta yazı haline getirip, yığınlara iletmenin toplumsal bir görevini yerine getiriyoruz. Bu uğurda yani, diğer insanları da aydınlatma yolunda, kendini yeterli gören herkesin birkaç sayfa da olsa düşünce ürünlerini ortaya koymasında çok yararlar olacağına inanıyorum!

Kalite konusundaki derin çalışmalar, konunun sadece kalite boyutunun değil, gerçekte insan boyutunun çok daha önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Verilen örneklerin çoğu güncel ve basit seçilmiştir. Yine bütün yazılanlar, yaşadığım deneyim ve uygulamaların bir birikimi ve sonucudur.

Son Bir Değerlendirme

“Kalite” ve üstelik de “kalite yönetimi”, artık bilinen, uygulanan, önemi idrak edilen bir kavram olarak kabul görmüştür. Ülkemizde, “uygulamadan” ya da “sonuçlarını görmeden” hareket etmeyen girişimcimiz (ister işini yeni kuracak olsun ister işini geliştirmek isteyen olsun), bize özgü girişimcilik özellikleriyle beraber, sorunların üstesinden gelmiştir. Tabi ki bu gelişmeler, bizim için sevindiricidir. Bazı uygulamaların “zorunluluk” değil de “çağın gereği” olduğunu idrak etmiş durumdayız. Dünya bir yarış içeresinde ve her yolun da kullanıldığı (ve mubah sayıldığı) platformlar var. Yüksek (cazip) devlet destekleri, ücretsiz devlet olanakları ve devlet garantileri verilmektedir. Buradan hangi ülkelerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Böylesine çetin bir dünya ticaretine konu olan ürünlerin hem düşük maliyetli hem kaliteli (müşteri ihtiyacına uygun) ve hem de garantili bir şekilde sunumu zorlaşmaktadır. Bundan dolayıdır ki, rekabet edemeyen gelişmiş süper ülkeler ve markaları (işletmeleri) bile çoktan işbirliğine gitmişlerdir. Ben de hep bu işbirliklerinin tarafındayım. Üstelik bunu bir an önce ve hemen birleşerek yapmalıyız.

Son Bir Ekleme

Günümüz şartlarında artık kuru kuruya kaliteden bahsetmeyi bırakıp, bu kaliteyi sağlayan, tesis eden yada garanti altına alına MARKA ya da ÜRÜN STANDARTLARI’ndan bahsetmemk daha doğru olmaktadır. Bu konuda söz sahibi olan işletmelerin uzun yollar aldıktan sonra dünyada kabul (tercih) edilmeleri de söz konusudur. Yine buna verilecek en güzel örnek işletmemizlerden BEKO, MAVİ ve DEFACTO guru verici markalarımızdandaır. Yine buradaki en önemli husus, MİLLİ (Sadece ülkemize özgü olması) ve YERLİ (Ürün girdileri enaz %55 yurtiçinden karşılanmış) olma çabasıdır.

(NOT: 8/1. bölümün sonu…)