Betül Gökçe AKGÖL'ün 29 Temmuz 2025 tarihli yazısı: Osmanlı Kadın Hareketi

‘’Kadınız

Boynumuzda ağır bir halka

Meyletmişiz insanca bir yaşama.’’

Tarih boyunca kadınlar, oldukça önemli bir yere sahipken, hiç kadınlar yokmuşçasına bir tarih yazılmıştır ve kadınlara bir tarihleri olduğu unutturulmuştur. Kadınlara, bunu unutturan geleneksel tarih yazıcılığının ta kendisidir. Bu tarih yazımının öznesi erkektir ve tarihleri kadınların olmadığı, savaşların, fetihlerin, siyasi kurumların tarihidir.

Bunun yanında kadınlara oldukça uzun bir süre eğitimin kapıları kapanmıştır. Bazı dönemlerde, okuldan ziyade kütüphanelere bile girememişlerdir. Ancak zamanla yükselen kadın hareketiyle kadınlar toplumda görünür olmayı başarmışlardır. Elbette bu mücadele kolay ve bir anda gerçekleşmemiştir. Biz bu yazıda Osmanlı Kadın mücadelesine bakacağız.

Osmanlı kadın hareketine bakarsak çıkış noktasını Tanzimat Dönemi ve II. Meşrutiyet dönemine dayandırabiliriz. Bu dönemler, Osmanlı’nın modernleşme, laikleşme, farklılaşma ve özgürleşme sürecidir. Özellikle II. Meşrutiyet dönemi toplumun yeniden yapılanmasında etkili olmuştur. Osmanlı kadınının toplumdaki görünürlüğü de bu modernleşmeye paralel olarak gelişme göstermeye başlamıştır. Bu döneme kadar Osmanlı’da kadınların ne giyeceklerine dair fermanlar çıkarılmış, yine kadınların nereye oturup oturamayacağı, kiminle konuşup konuşmayacağı hakkında saray ciddi önlemlere başvurmuştur.( Müslüman kadınların ve gayrimüslim kadınların farklı ve belirli renklerde ferace giyme zorunluluğunun olması, faytona binememeleri)

Toplumun bu değişimi o döneme kadar yalnızca evinde eş/anne rolleriyle görülen kadını etkilemiş, toplumda farklı bir statü kazanmak amacıyla taleplerde bulunmaya itmiştir. Kadınlar bu taleplerini dile getirirken en çok basın yolunu kullanmışlardır. Bununla birlikte konferanslar düzenlemiş, dernekler kurmuşlar ve buralarda etkin çalışmalar yapmışlardır. Yayımladıkları dergiler ve gazetelerle daha fazla kadına ulaşmayı amaçlamışlardır.

Dergiler, oldukça fazla kadına ulaşmıştır. Burada yalnızca yazılar yazılmamış okuyucu mektuplarına yer verilmiş, kadınlar mektuplarıyla taleplerini, sorunlarını tartışmışlardır. Hatta 1868’de çıkan Terakki gazetesinde yayımlanan bir mektupta; vapurlarda kadınlara ayrılan yerlerin kötülüğünden bahsedilmiş, erkeklerle aynı ücreti ödemelerine karşın hor görülmelerinin nedeni sorulmuştur. Bu dergilerin sayısını arttırmak mümkündür.( Terakki-i Muhadderat, Demet, Kadın, Aile, Süs, Hanımlara Mahsus Gazete)

Bunlarla birlikte kadın dernekleri kurulmuştur. Yardım etmek amacıyla kurulanlar(Şefkat-i Nisvan),kadınlara eğitim vererek meslek kazandırmayı amaçlayan dernekler( Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniye), kız çocuklarına eğitim vermeyi amaçlayan dernekler faaliyet göstermeye başlamıştır. Dernek faaliyeti olmasa da kadınlar, bir araya gelmiş, ciddi boyutta tartışmaların döndüğü konferanslar düzenlemişlerdir. Bunların tarihi II. Meşrutiyet sonrasına denk gelmektedir. Bu konferansların en bilineni İstanbul’da, katılanların beyaz baş örtüsü takmaları ve salon duvarlarının beyaz olması sebebiyle Beyaz Konferanslar’dır. Burada konuşan Fatma Nesibe Hanım’ı yaklaşık 300 kadın dinlemiştir ve bu konferans 10 kere toplanmıştır.

1913’de Balkan Savaşı’nın hemen ertesinde Kadınlar Dünyası adında bir dergi yayımlanmıştır. Bu dergi o dönem açısından ilklere ev sahipliği yapmıştır. İlk feminist dergi diyebileceğimiz bu dergi yazı kadrosuyla, sahibiyle tümüyle kadınlardan oluşmuştu. Bu derginin sahibi Ulviye Mevlan’dı. Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyetini kurmuştu. Din ve millet ayrımı yapmadan, kadın sorununa yönelmiş, kadınların eğitim alması gerektiğini, hakları olması gerektiğini savunan bu derginin Osmanlı kadınına mücadele aşıladığını söylemek yanlış olmaz. Yine bu dergi yazarlarından Mükerrem Belkıs, kadınların ezildiği bu dünyada birlik olunması gerektiğini önermiştir. Kadınlar Dünyası dergisi, eğitimin yaygınlaştırılması için, kadınların eğitim alabilmesi için, iş hayatına atılabilmesi için mücadele etmiştir. Ve nitekim 1913’te kazanım elde etmişlerdir. Kadınlar bir devlet dairesinde(telefon idaresi) çalışmaya başlamıştır. Bununla beraber 7 Şubat 1914’te Darülfünun konferans salonunda, haftada 4 gün herkese açık dersler başlamıştır. 600-700 civarı kadın bu konferansa katılınca ilk kadın üniversitesi olan İnas Darülfünün’u açıldı. 12 Eylül 1914’te üniversite kapısı sınırlı da olsa Osmanlı kadınına açılmıştı. Ayrıca 1921’de Yüksek Öğrenim karma olmuş, kız liseleri açılmıştır.

Siyaset ve Osmanlı Kadını

Osmanlı kadını bütün bu mücadeleleri sonucunda birçok hakkı elde etmişti ancak siyasetle ilgili herhangi bir hakları yoktu ve maalesef uzun yıllarda olmayacaktı.

Osmanlı kadını, seçme ve seçilme hakkının kazanılması için yeterli birikime sahip olmadıklarını düşünmüştü. Bu yüzden ilk önce toplumsal alanda görünür olmak ve burada büyük bir güç oluşturmak niyetindeydiler. Hatta bu durum Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nİsvan Cemiyeti’nin programında şöyle anlatılmıştır:’Biz Osmanlı kadınları, erkeklerimizin siyasiyatına henüz akıl erdiremeyiz; karışamayız. Fakat bir hayat-ı ictimai sahibi olmak itibarıyla ittihad edib terakki yoluna girerek hayat-ı mesaimizi tanzime, irfan ve seviyemizi yükseltmeye çalışabiliriz. Bu hakk-ı meşru’muzu takib eder ve mevcudiyet gösterebilirsek biz de memleketimizin önemli ve yararlı bir unsuru oluruz.’

Yeteneksiz olduklarını, hakları elde etseler de kullanamayacakları şeklindeki yaygın düşünceyi reddetmiş, Nezihe Muhiddin öncülüğünde kadınlar bu talepleri için bir araya gelmişlerdir. 1923’te Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan önce Kadınlar Halk Fırkası kadınlar tarafından kurulmuştur. Bunun amacı kadınların siyasi ve sosyal haklarını kazandırmaktı ve birçok faaliyette bulunulmuştu. Ancak ‘’kadınların seçme ve seçilme hakkı bulunmadığından’’ kuruluşuna izin verilmemiştir. Bunun üzerine 7 Şubat 1924’te Türk Kadınlar Birliği’ni kurmuşlar, derneğin siyasi bir amacının olmadığını belirtmişlerdir. Kadın Yolu dergisi çıkarılmaya başlanmıştır ancak dönemin şartlarına göre ağır sansüre maruz kalmıştır.

1926’da ise Türk Kadınlar Birliği, Cumhuriyet Halk Fırkası’na üye olmak istedi ancak kabul edilmemiştir. ‘Kadınların hayır işleriyle meşgul olmaları gerektiği’ yazılmıştır. Bunun üzerine yeni şubeler açıp seçimlere erkek adaylarla katılmaya karar vermişler ancak burada da engelle karşılaşmışlardır.

İnatçı, oldukça uzun süren bu mücadele sonucu kadınlar siyasal haklarını 1930’daki yerel seçimler ve 5 Aralık 1934’te genel seçimlerle elde etmiştir.

Bütün bu yazılan kadın tarihine bakıp, 5 Aralık 1934’te kadınlara verilen seçme ve seçilme hakkının bir lütuf olduğunu değerlendirmek yine bu kadın hareketini silip atmaktır. Görüldüğü üzere o dönemde de kadınlara bu hakları vermemek için kadınları ciddiye almayıp, onları görmezden gelmişler, ancak kadınlar her şeye rağmen bu haklı taleplerini dile getirmişlerdir.

Bugün aynı o dönemde olduğu gibi kadınlar yine yoğun bir baskı altındadır. Yine kadınların nereye gidip, nereye gitmeyeceğine, ne giyeceğine karışılmak istenmektedir. Bu yazının bana göre bir diğer önemi de ‘bu hakları nasılsa kazandık’gibi bir duruma kapılmamak gerektiğidir. Çünkü konu kadın haklarına gelince tarih bu hakların kaybedilişleriyle de doludur.