Hüseyin ALPASLAN'ın 5 Kasım 2025 tarihli yazısı: YAHUDİ AKLININ TRAJİK DÖNÜŞÜMÜ

Geçtiğimiz günlerde düşünür ve akademisyen Rahmi Şeyhoğlu, bir yazısında şu çarpıcı soruyu sordu:

Batı dünyasında ‘Yahudi sorunu’ olacak kadar dışlanan bir topluluk, nasıl oldu da aydınlanmadan itibaren Einstein’dan Spinoza’ya, Marx’tan Freud’a kadar Avrupa medeniyetinin en güçlü fikir adamlarını çıkardı? Aynı halkın Osmanlı ve Ortadoğu’daki mensuplarından neden benzer ölçüde düşünürler, bilim insanları yetişmedi?

Bu soru, sadece tarihî bir mukayese değil; medeniyetin özüne dair bir sorgulama aslında.

Ve bu soruya cevap aramak, sadece geçmişi değil bugünü de anlamak anlamına geliyor.

Batı’daki Yahudiler, Aydınlanma ile birlikte kendilerine açılan yeni bir düşünce alanına adım attılar.

Artık sadece inançlarının değil, akıllarının da özgür olduğu bir çağ başlamıştı.

Bu süreç, “Yahudi Aydınlanması” (Haskala) olarak bilinir: gelenekten kopmadan aklı merkeze alan bir yenilenme hareketi.

Böylece Avrupa Yahudileri, bilimin, felsefenin ve sanatın merkezine girebildiler.

Özgürleşme, sadece siyasi bir hak değil, soru sorma cesareti anlamına geldi.

Oysa Osmanlı ve Ortadoğu Yahudileri, aynı dönemde hâlâ cemaat düzeninin güvenli ama dar alanında yaşıyordu.

Toplum onları korudu, ancak dönüştürmedi; düzeni sürdürmek, sorgulamaktan daha değerliydi.

Bu fark, bir medeniyetin diğerinden önce “soru sormayı öğrenmesiyle” ilgilidir.

Bugün modern İsrail’in hikâyesi, tam da bu zihinsel mirasın devamıdır.

İsrail devleti, sadece 1948’de kurulmuş bir siyasi yapı değil; Aydınlanma sonrası Yahudi aklının somut bir tezahürüdür.

Bilimsel üretimi, teknolojisi, üniversiteleri ve stratejik düşünme biçimi, Avrupa’daki o modernleşme damarının uzantısıdır.

Fakat bu dinamizm, aynı zamanda ahlaki bir paradoksu da beraberinde getiriyor.

Bir zamanlar Batı medeniyetinin vicdanına yön veren Yahudi düşünürlerin mirası, bugün Filistin’deki sessizlik duvarına çarpıyor.

Batı dünyası, İsrail’in politikalarına sessiz kalarak kendi Aydınlanma ideallerini unuttu:

Eleştirel düşünce, insan onuru, evrensel hukuk…

Bir zamanlar “soru sormayı” erdem sayan Avrupa, şimdi bu sorulardan korkar hâle geldi.

Sayın Rahmi Şeyhoğlu’nun sorusu, bu yüzden sadece tarihsel değil, ahlaki bir pusula işlevi görüyor:

Biz ne zaman soru sormayı bıraktık?

Medeniyet, teknoloji ya da refah değil; kendi doğrularını sorgulama cesaretiyle ölçülür.

Batı da Doğu da İsrail de bu basit gerçeği unuttuğunda, medeniyet dediğimiz şeyin içi boşalıyor.

Gerçek ilerleme, hâlâ ve daima, soru sormayı bilenlerin elinde.