Betül Gökçe AKGÖL'ün 13 Haziran 2025 tarihli yazısı: Zamanın Hızı: Neden Günlerimiz Eskisi Kadar Uzun Gelmiyor?
Çocukken bir gün sonsuz gibi gelirdi. Okulun bitmesini, tatilin gelmesini, bayram sabahlarını heyecanla beklerdik. Oysa şimdi, gözümüzü açıp kapayana kadar bir hafta geçmiş oluyor. Takvimler hızla ilerliyor, saatler akıp gidiyor ama biz sanki yetişemiyoruz. Peki ne oldu da zaman bu kadar hızlandı? Gerçekten mi hızlandı, yoksa biz mi onu artık farklı algılıyoruz?
İnsanın zaman algısı, sadece saate bakmakla sınırlı değildir; aynı zamanda ruh hali, yaş, yaşam tarzı ve çevresel uyaranlarla da şekillenir. Küçük yaşlarda her şey yenidir. Beynimiz her yeni deneyimi ayrıntılı bir şekilde işler ve hatırlanacak çok fazla şey birikir. Bu da geriye dönüp baktığımızda, zamanın “dolu dolu” geçtiği hissini yaratır. Ancak yaş ilerledikçe, günlük rutinler artar ve yenilikler azalır. Beyin artık aynı şeyleri tekrar etmeye başlar. Böylece zaman daha hızlı geçmiş gibi algılanır; çünkü hafızada iz bırakan anlar azalır.
Modern yaşamın yoğun temposu da zaman algımızı etkileyen önemli bir faktör. Sürekli bağlantıda olduğumuz dijital dünya, bize her an bir şey yapmamız, yanıtlamamız, üretmemiz gerektiğini fısıldıyor. Bildirimler, e-postalar, sosyal medya akışları derken günün nasıl geçtiğini fark etmiyoruz bile. Zihnimiz hiç dinlenemiyor. Bir gün, dolu ama parçalanmış görevlerle geçtiğinde, akşam olduğunda sanki hiçbir şey yapmamışız gibi hissediyoruz. Oysa aslında yorgunuz. Çok şey yaptık, ama hiçbirine tam anlamıyla odaklanmadık.
Ayrıca, zamanla ilişkimizdeki dönüşüm yalnızca bireysel değil; toplumsal da. Hızlı tüketim kültürü bize "vakit kaybetme", "boşa zaman harcama" gibi baskılar yüklüyor. Her boşluk, bir verimlilik alanına dönüştürülmeye çalışılıyor. Kitap okumak için değil, kitap okuduğunu göstermek için okuyoruz. Tatil yapmak için değil, tatile çıkmış görünmek için plan yapıyoruz. Bu gösteriş baskısı, anın tadını çıkarmamıza değil, hızla bir sonrakine geçmemize neden oluyor.
Ancak tüm bunlara rağmen zamanın kendisi değişmedi. Saat hâlâ 24 saat, dakika hâlâ 60 saniye. Değişen bizim algımız, yaşama biçimimiz, beklentilerimiz. Ve belki de hatırlamamız gereken şey şu: Zamanı yavaşlatmak mümkün değil ama onu hissetmenin yollarını yeniden keşfedebiliriz.
Belki daha çok yürüyüş yaparak, belki ekranı bir süreliğine kapatarak, belki de her gün yeni bir şey deneyerek… Zihnimiz yeniliğe, anılara ve anlamlara ihtiyaç duyar. Zamanı ağırlaştıran da, hızlandıran da aslında budur.
Zaman bizden kaçmıyor. Biz kendimizi sürekli bir yerlere yetiştirmeye çalışırken, onu görmeyi unutuyoruz.