Hüseyin Alpaslan'ın 3 Aralık 2025 tarihli yazısı: ERMENİ SORUNU: HAKLININ SESSİZLİĞİ Mİ, GÜÇLÜNÜN ÇIĞLIĞI MI?

Uluslararası siyasetin değişmeyen gerçeği şudur: Dünyada her zaman haklı olan değil, güçlü olan duyulur. Tarih boyunca defalarca tecrübe edilen bu gerçeklik, bugün de uluslararası ilişkileri belirlemeye devam ediyor. Kâğıt üzerinde insan hakları, hukuk ve arşivlere dayalı bir düzen görünse de pratikte belirleyici olan ekonomik çıkarlar, örgütlü baskı grupları ve siyasi güç bloklarıdır. Türkiye’nin yüzyılı aşkın süredir karşı karşıya olduğu Ermeni meselesi, bu yapısal gerçeği en açık biçimde ortaya koyan alanlardan biridir.

Türkiye’nin arşivleri, diplomatik kayıtları ve tarihsel verileri, 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini güçlü biçimde ortaya koymaktadır. Fakat uluslararası sahnede hakikatin ağırlığı çoğu zaman algının gölgesinde kalır. Bunun temel nedeni, Ermeni diasporasının özellikle ABD ve Batı Avrupa’daki örgütlü, istikrarlı ve ekonomik olarak güçlü faaliyetleridir.

Bugün Batı’da Ermeni diasporası tarafından üretilmiş ya da desteklenmiş yaklaşık 70.000 civarında kitap, makale, kültürel içerik ve akademik yayın bulunmaktadır. Bu devasa literatür, yalnızca tarih yazımı değil, aynı zamanda bir “algı düzeni” inşasıdır. Diaspora; üniversitelere fon sağlamakta, akademik kürsüler kurdurmakta, medya organlarında etkili bir dil kullanmakta, Kongre ve Avrupa Parlamentosu’nda sürekli lobi faaliyeti yürütmekte ve kültürel üretimi siyasi bir araca dönüştürmektedir. Böylece tek taraflı bir anlatı, kuşaklar boyunca tekrar edilerek neredeyse tartışılmaz bir "kolektif kabul" hâlini almaktadır.

Buna karşılık, Türkiye’nin yabancı dilde ürettiği eserlerin sayısı son derece sınırlı kalmış; kapsamlı akademik çalışmaların önemli bir kısmı ise Türkçe dışında görünürlük kazanamamıştır. Devletin veya kurumların yaptığı çeviri faaliyetleri yetersiz olmuş; bilimsel araştırma üreten uzmanların emeği çoğu zaman kendi dil sınırları içinde sıkışmıştır. Bu asimetri, uluslararası tartışmada güç dengesi açısından Türkiye aleyhine belirgin bir boşluk yaratmıştır.

Türkiye’nin bu tabloyu değiştirebilmesi için yalnızca belgelerini savunması yetmez; bu belgelerin anlatısını taşıyacak kurumsal, akademik ve kültürel kapasiteyi güçlendirmesi gerekir. Bu kapsamda, bu alanda çalışan tarihçilere, akademisyenlere, arşiv uzmanlarına ve araştırmacılara verilen destek hayati önemdedir. Çünkü mesele bilimsel bir doğrulama meselesi değil, uluslararası bir mücadeledir. Bu mücadeleyi yürüten bilim insanlarının siyasi konjonktürün kurbanı olmaması, baskı görmeden araştırma yapabilmesi, eserlerinin uluslararası platformlarda görünür hâle getirilmesi Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarının gereğidir.

Bugün Ermeni meselesinde kalıcı bir denge oluşturmak, haklılığı güçle desteklemeyi zorunlu kılmaktadır. Çünkü güçlü olmayanın sesi duyulmaz, haklı olanın sesi ise çoğu zaman kısık kalır.

Sonuç nettir: Haklı olmak tarihin kaydına geçer; güçlü olmak bugünün manşetini belirler.