Sedat SADİOĞLU'nun 12 Mayıs 2025 tarihli yazısı: HAYATIN BOYUTLARI-6/2: Önemli Yaşamsal Kavramlar Üzerine-1

Zamanın Önemi

Zamanın önemini çok iyi anlarız. Çünkü biliriz ki, kaybedilen zaman asla geri getirilemez. Bu yüzden insanoğlu, zamanı verimli kullanabilmek için yıllardır uğraşmıştır. Özel ve çalışma hayatımızı en iyi şekilde değerlendirebileceğimiz yöntemler geliştirilmiştir. Bu uğraşılar çoğunlukla başarılı olunmuştur. Şimdi sizlere ilginç bir uygulamadan bahsedeceğim.

“Amerikalılar, uzay laboratuvarlarındaki bilim insanlarının, uykuya daha az zaman ayırabilmesi için, uyku makinesi geliştirmişlerdir. Çok zayıf elektrik akımlarıyla beyne 60 dakika düzenli akım verilirse, insan ortalama 6 saat uyumuş gibi zinde kalkabilmektedir. Böylece, bilimsel çalışmalara daha fazla zaman ayrılmakta ve uzayda zaman en verimli şekilde kullanılabilmektedir.” (Sedat Sadioğlu’nun, ‘Kalitenin Boyutları’ kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

Toplumsal Dayanışma

Bu kavram, insanlık tarihi kadar eski ve anlamlı birçok toplumsal yardımlaşmayı içine almaktadır. Eski çağlarda, yırtıcı hayvanlara karşı insanların birlikte hareket etmesi, o zamanların ilk ve en önemli toplumsal dayanışma örneğidir. Dayanışma, ister bir zorluk sonucu, ister bir gereksinim, ister bir üretim sistemi gereği veya birikim sonucu olsun toplumların ayakta kalmalarını sağlayan hayati yapı taşları olmuştur. Selçuklularda, Türk beyliklerinde ve Osmanlılarda, fakir ve düşkünlerin barındırılması ve giydirilmesi, için önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Türkler, farklı kültürlere sahip ve farklı uluslardan gelen toplulukları, binlerce yıl bünyesinde barındırmayı başarmıştır. Ayrıca Ulusal Kurtuluş Savaşımız, toplumsal dayanışmanın en güzel örneğini oluşturur.

Dayanışma, toplumsal yardımlaşmayla hedeflenen kavramdır. Yapılan tüm yardımlar, dayanışma amacı güdülerek yapılır. Toplumsal dayanışmayı doğrudan etkileyen unsurlar vardır, bunların bazıları;

· İnsanın bizzat kendisi

· İnsanın düşüncesi

· İnsanın uygulamaları

· İnsanın maddi katkıları

· İnsanın önerileri

· İnsanın destekleri

· İnsanın eserleri

Dayanışmayı dolaylı yoldan etkileyen unsurlar da vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz;

· Toplumun tarihçesi (geçmişi, gelişmesi, yaşam düzeyi, vb)

· Toplumun yapısı (ırk, cins, mezhep, din, dil, vb)

· Toplumun sayısı (nüfus, yerleşme, vb)

· Toplumun konumu (coğrafi konumu, komşuları, doğal ‘kaynak’ yapısı, vb)

· Toplumun seviyesi (yaşam standardı, gelişmişlik durumu, insan kaynakları, vb)

Dayanışmanın amacına ulaşması için bazı yöntemler kullanır. Toplumsal dayanışmanın başlıca kabul gören yöntemleri aşağıda sıralanmıştır;

· Geçerli, mantıklı, bilimsel yöntemler, kurallar kullanmak.

· Köklü kültürel ve toplumsal birikimler veya miraslar oluşturmak.

· Toplumsal çeşitlilik ve etkileşimler (sentezler) geliştirmek.

· Örgütlenmek. (Birlikler, sendikalar, dernekler, kooperatifler, sandıklar, vakıflar gibi STK’lar)

· Yüksek seviyelerde toplumsal uyum sağlamak.

· Çok sayıda toplumsal katılım sağlamak.

Gelişmiş ülkelerde toplumsal dayanışmanın güzel örneklerinin verildiğini biliyoruz. Ancak bu örnekleri, sadece kendi toplumları ve dostları için en üst seviyelerde kullanmaktadırlar. Bu gelişmiş ülkelerin zor durumda olan insanlara veya devletlere, gereksinimleri olduğu halde duyarsız kalmaları ise anlaşılır gibi değildir. (Irk ve mezhep savaşları, ekonomik ve siyasi baskılardan doğan göçler, önü alınamayan açlık olayları ve ölümler, salgın hastalıklar, silahlanma, anarşi, uluslararası terör, vb.) Gelişmekte olan ve bu yolda çaba gösteren ülkelerin, dayanışma adına var olan örnekleri kendilerine uygun bir şekilde dönüştürmeleri yeterli olabilecektir. Bu gereklidir, çünkü;

· İnsanın insanca yaşaması için gereklidir,

· Dünyada kaçınılmaz ve etki alanı çok geniş olabilecek küresel kriz tehlikeleri için gereklidir,

· Kültürel yozlaşma ve yozlaştırma tehlikeleri için gereklidir.

Bugün, bizim gibi ülkelerde beklenmedik bir doğal felaketle karşılaşıldığında, insanlar, günlerce neyi, nasıl ve ne şekilde yapacaklarını bilememekte, aciz ve zor duruma düşmektedirler. Böylesi durumlar bizim, toplumsal dayanışma anlamında alınacak daha çok yolumuz olduğunu göstermektedir…

Ayrıca, zayıf veya yetersiz toplumsal dayanışma göstergeleri (örnekleri), o toplumu ekip (takım) çalışmalarında da başarısız kılar...

Kültür ve Uygarlık

‘Kültür’, kelime anlamıyla, ‘Tarihi, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür.’ Adı kültür olan, kültürleri konu alan pek çok kitap, yazı, bildiri veya makale mutlaka karşımıza çıkmıştır. Çoğunluğu yabancı yazarlara ait olan bu çalışmalar, önemli kaynaklardır. Özellikle bu kitaplarda bizim kültürümüze yabancı gelen ve ilginç uygulamalara rastlarsınız. Tabi ki, bu uygulamaları hayretle karşılamak çok normaldir. Çünkü bir defa kültürler farklıdır. Bu farklılık, insanların birbirlerini anlamada şüphesiz önemli bir farklılıktır. Bizim kahkaha ile güldüğümüz bir fıkraya, bir Amerikalı sadece tebessüm edebilir veya hiçbir tepki göstermeyebilir. Tersine bir durumda, onların katılarak güldüğü bir espriye ise biz fazla anlam veremeyebiliriz.

Diğer önemli bir fark ise, ne yazık ki kulağımıza hiç hoş gelmeyen, ancak hep sözünü edilen ‘uygarlık’ farkıdır. Uygarlık, ‘Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat, bilim ve teknoloji ile ilgili niteliklerinin tümüdür. ‘Medeniyet’ de denilen uygarlık kavramı, ulaşılan yaşam seviyesini gösterir. Devletlerarasındaki bu uygarlık farkı, öyle beş-on yıl içinde oluşmamıştır. Bu fark, yüzyılları aşan bir zaman süresince oluşmuştur ve kapanması da (kabul edelim ki) çok zordur...

Sıkıntılar

“Birgün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan acı içinde bağırmaya başlar. Çiftçi eşeğinin bağırmalarına karşı çaresizdir. En sonunda, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmamaya karar verir. Komşularını yardıma çağırır. Her biri birer kürek toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, öncesinden daha beter bağırmaya başlar. Bir süre sonra, eşeğin sesi kesilir, duyulmaz olur. Çiftçi merak içinde, birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, kuyuya bakar. Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmakta, toprağı aşağıya silkeleyerek (ve üzerine basarak) yukarı çıkmak için basamak hazırlamaktadır. Bir süre daha, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkınlığı altında eşek, kuyunun içinden dışarı adımını atıp, koşarak uzaklaşır.”

Hayat üzerinize hep toprak atacaktır, her türü ile… Kuyudan çıkmanın sırrı misali, sizler de bu toprağı silkeleyip, altınıza alıp bir adım yükselmeye çalışın. Sıkıntılarınızın her biri bir adımdır. En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmadan ve uğraşarak çıkabilirsiniz…

Yılkı Atları

Sıra dışı bir dayanışma örneği; Yılkı Atları

Bir zamanlar bozkırlarda yaşayan Türk halkının, yaşlanan ve hizmetini tamamlayan atlarını ve eşeklerini doğaya salması gibi bir geleneği vardı. Özellikle atlar Türk kültüründe saygın bir yere sahip olduğundan, eziyet çektirilmez ve öldürülmezdi. Bundan dolayı doğal yollarla ölmeleri için, doğaya (yaban hayata) salınırlardı. Bu uygulama Türklerde az da olsa hâlâ uygulanmaktadır. Ancak bazı bölgelerde (özellikle Orta Asya’da) doğaya salınan bu atlar, zamanla çoğalmışlar ve bir süre sonra da yabanileşmişlerdir. İşte bu atlara ‘Yılkı Atları’ denmektedir. Eskiden yüksek yaylalarda yüzlerce, hatta binlerce yılkı atı yaşardı.

Yılkı atları, 5–10 attan oluşan gruplar halinde dolaşırlar. Her grubun bir lider atı vardır. Gruplar halinde yaşıyorlardı çünkü kışın zor şartlarında, kendilerine saldırmak isteyen kurtlarla ancak bu şekilde mücadele edebiliyorlardı. Kışın, yoğun kar yağışı, soğuk ve kıtlık yiyecek bulmalarını zorlaştırıyordu. Onlar, ayaklarıyla (toynaklarıyla) ve burunlarıyla yılmadan karı eşerek altındaki ota ulaşmaya çalışıyorlardı. Sığınakları ise sık ağaçlardan oluşan ormanlardı. Kışın fazla kar yağdığında ağaçların altlarına sığınarak korunuyorlardı. Kurtlardan kurtulabilenler, donmadan ve açlıktan ölmeden kışı atlatanlar (mücadeleyi kazananlar) hayatlarını sürdürebiliyordu…

Topu Iskalamak

Sizlere futbolda fazla görünmeyen bir taktikten (yani çalımdan) bahsedeceğim. Oyun sırasında bazen öyle anlar olur ki, size doğru gelen bir topu tutup kontrol etmek yerine, bir vücut hareketi ile ıskalarız. Aslında bu futbolda pek istenen bir oyun şekli olmamakla birlikte, rakibi şaşırtmak ve kendimizi zor duruma düşürmemek için bilinçli yapılır. Bu sayede zor pozisyon atlatılır, zaman kazanılır ve belki gol bile olur. Ancak bu hareketi kesinlikle kendi kalemize doğru giden bir top için yapmayız. Çünkü aleyhimize gol olabileceğini biliriz. Biz ıskalamaları diğer kaleye gol atmaya giderken yapmalıyız ve yerinde yapmalıyız ki, bir anlamı olsun. Bunu sosyal yaşama uyarlayacak olursak;

“Topu birisi size atarsa, bunu tutmak zorunda değilsiniz. Bu strateji, arkadaşlarınızı, dostlarınızı umursamayın yada kimseye yardım etmeyin anlamına gelmez. Yaşama daha ılımlı bakmak istiyorsak, kendi sınırlarımızı bilmek ve bu süreç içinde oynadığımız rolün sorumluluğunu almak zorundayız. Hergün hayatımızda eşimizden, çocuğumuzdan, iş yerinden, dostlarımızdan, komşularımızdan ve hatta tanımadığımız insanlardan bile bize toplar atılabilir. Kendimizi kurban yerinde, bunalmış ve ezilmiş hissetmemek için bu işin anahtarı; bir topu ne zaman tutacağımızı veya ne zaman ıska geçeceğimizi iyi bilmektir…” (Dr. Richard Carlson’un ‘Ufak Şeyleri Dert Etmeyin’ adlı kitabından kısmen alıntı yapılmıştır)

(NOT: 6/2. bölümün sonu…)