Hüseyin ALPASLAN'ın 24 Temmuz 2025 tarihli yazısı: Lozan Bir Hezimet Değil Türk Milletinin Zaferidir

Bazı belgeler vardır ki yalnızca kâğıt üzerinde bir antlaşma değildir; aynı zamanda bir milletin onuru, direnci, istiklal ruhu ve medeniyet bilincinin sembolü hâline gelir. Lozan Barış Antlaşması, işte tam da böyle bir belgedir. Türk milletinin kaderine sahip çıktığı, esareti değil özgürlüğü seçtiği, sadece savaş meydanında değil diplomasi masasında da zaferini perçinlediği bir anlaşmadır. Bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bu antlaşma, Türk milletinin kendi kaderini tayin etme hakkını tüm dünyaya kabul ettirdiği bir diplomatik zaferdir. Buna rağmen yıllardır bazı kesimlerce Lozan hakkında “hezimet” iddiaları dillendirilmekte, bu tarihî belge kasıtlı biçimde itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ancak gerçekler, bu iddiaların aksine çok daha sağlam ve gurur verici bir duruşa işaret eder: Lozan, Türk milletinin azimle, inançla ve diplomasiyle kazandığı bağımsızlık mücadelesinin onay belgesidir.

Lozan’a giden yol, yalnızca siyasi bir yolculuk değil, aynı zamanda milletin küllerinden yeniden doğuşunun da hikâyesidir. 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’yla Osmanlı İmparatorluğu fiilen teslim olmuş, 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması ile Anadolu, paylaşıma açılmıştı. İstanbul’da işbirlikçi bir hükümet vardı; Anadolu ise fiilen işgal altındaydı. Ancak Türk milleti bu aşağılayıcı dayatmaları reddetti. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlatılan Kurtuluş Savaşı, yalnızca silahlı bir mücadele değil; aynı zamanda bir halkın kendi geleceğine sahip çıkma hareketiydi. Anadolu’nun dört bir yanından yükselen “Ya İstiklal Ya Ölüm” haykırışları, emperyalizme atılan en güçlü cevaptı.

Kazanılan askeri başarıların ardından sıra bu başarıların uluslararası alanda tescillenmesine gelmişti. İşte tam bu noktada devreye Lozan Barış Antlaşması girdi. Lozan, sadece bir barış görüşmesi değildi; aynı zamanda Batı’nın yüzyıllardır süregelen “Türkleri Anadolu’dan atma” hayalinin de tarihin çöp sepetine atıldığı bir diplomatik direnişin simgesiydi.

Türk heyeti, İsmet Paşa’nın başkanlığında Lozan’a büyük bir sorumlulukla gitmişti. Karşılarında sadece Yunanistan yoktu. İngiltere, Fransa, İtalya gibi dönemin büyük güçleri; adeta Sevr’i yeniden dayatmak isteyen bir cephe oluşturmuştu. Ancak Türk heyeti bu baskılara boyun eğmedi. Lozan’da görüşmeler kimi zaman tıkandı, İsmet Paşa masayı terk etti, hatta yeniden savaş ihtimali dahi gündeme geldi. Ancak hiçbir aşamada Türkiye’nin bağımsızlığı pazarlık konusu yapılmadı. Sonunda Türkiye, başta Misak-ı Milli ilkelerine sadık kalarak birçok konuda istediğini almayı başardı.

Peki, tüm bu başarıya rağmen neden “Lozan hezimettir” denir?

Bu iddiaların temelinde tarihî bağlamdan kopuk, yüzeysel ve ideolojik bir bakış açısı yatmaktadır. En çok dillendirilen eleştirilerden biri Musul’un alınamamasıdır. Ancak Musul meselesi, İngiltere’nin ekonomik ve askeri baskısı altında çözülmesi mümkün olmayan, karmaşık bir diplomatik meseleydi. Türk tarafı, savaştan yorgun çıkmışken ve içeride inkılap süreci yeni başlamışken Musul için yeniden savaşı göze almayı gerçekçi bulmamış, meseleyi ileri bir tarihe bırakmıştır. Bu bir geri adım değil, bir stratejik diplomasi tercihidir.

On İki Ada meselesi de yine aynı şekilde çarpıtılan konuların başında gelir. Oysa bu adalar, 1912’deki Uşi Antlaşması ile Osmanlı tarafından zaten İtalya’ya bırakılmıştı. Lozan’da bu durum sadece resmiyet kazanmıştır. Batı Trakya ise, 1913’teki Balkan Savaşları sırasında kaybedilmişti. Lozan bu kayıpları değil, kazanımları konuştuğumuz bir zemin olmuştur. Anadolu’nun ve Trakya’nın elimizde kalması, İstanbul’un yeniden Türk egemenliğine geçmesi, kapitülasyonların tamamen kaldırılması, azınlık haklarının yeniden düzenlenmesi gibi çok sayıda büyük kazanım bu antlaşma ile elde edilmiştir.

Lozan, Türkiye’nin ekonomik ve hukuki bağımsızlığını da garanti altına almıştır. Osmanlı’dan miras kalan kapitülasyonlar kaldırılmış, Türkiye yabancıların hukuki imtiyazlarından kurtulmuştur. Düyun-u Umumiye sistemi sona erdirilmiş, Osmanlı borçları Türkiye’nin ödeme gücüne göre taksitlendirilmiş ve diğer eski Osmanlı topraklarına paylaştırılmıştır. Patrikhanenin sadece dini bir kurum olarak kalması ve siyasi faaliyetlerden men edilmesi sağlanmıştır. Yabancı okullar, Türkiye Cumhuriyeti yasalarına tabi hale getirilmiştir. Bunlar, bugün bile bağımsızlık kriterleri içinde değerlendirilen kazanımlardır.

Lozan sadece Sevr’in iptali değildir; aynı zamanda Sevr zihniyetine karşı kazanılmış en sağlam cevaplardan biridir. Bu cevap, yalnızca emperyalistlere değil, aynı zamanda içeride Sevr’i kabul eden, manda ve himaye isteyen zihniyetlere de verilmiştir. Lozan’a hezimet demek, Sevr’i meşrulaştırmak; Lozan’ı küçümsemek, milli egemenliği yok saymaktır. Bu nedenle Lozan’a dil uzatanlar, yalnızca bir antlaşmaya değil, Cumhuriyet’in temel taşlarından birine saldırmaktadır.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları, uluslararası meşruiyeti, iç hukuku ve dış politikası bu antlaşma üzerine kuruludur. Lozan olmasaydı, bugün ne bu sınırlar ne bu bağımsızlık ne de bu milli irade konuşuluyor olurdu. Lozan sayesinde bugün bir Cumhuriyet vatandaşı olarak, kendi hukuk sistemimizi uygular, kendi gök kubbemiz altında özgürce yaşarız.

Lozan bir kâğıt parçası değil, Türk milletinin direniş ruhunun diplomatik nişanesidir. Hem içerideki işbirlikçilere hem dışarıdaki emperyalistlere verilmiş bir cevaptır. Masada kaybedilmediğini, tam tersine savaşla kazanılanın nasıl korunacağını gösteren eşsiz bir örnektir.