Hüseyin ALPASLAN'ın 23 Haziran 2025 tarihli yazısı: Hürmüz'ün Ateşi: Türkiye İçin Yeni Bir Jeopolitik Sınav

Basra Körfezi’nden çıkan her damla petrolün kaderi, yeryüzünün en dar ve en stratejik geçitlerinden biri olan Hürmüz Boğazı’ndan geçer. Bu dar su yolu, sadece tankerlerin değil, aynı zamanda küresel ekonominin nabzını da taşır. Şimdi, İran Meclisi’nin aldığı dikkat çekici bir karar, bu nabzı durdurma tehdidiyle karşımızda: Boğazın kapatılması.

Tarih boyunca deniz yollarının ipek damarı sayılan bu geçit, İran’ın güney kıyılarını Umman Körfezi'ne bağlayan dar bir koridor olmanın ötesinde, ABD, Çin, Avrupa Birliği ve Japonya gibi enerjiye bağımlı ülkelerin de nefes borusudur. Günümüzde dünya petrolünün yaklaşık yüzde 20’si bu daracık su yolundan geçmektedir. 1970’lerden bu yana Hürmüz Boğazı yalnızca ekonomik bir damar değil, jeopolitik bir koz olarak da şekillenmiştir. İran-Irak Savaşı sırasında tankerlere yapılan saldırılar, 1988’deki “Tanker Savaşı”, ABD’nin Körfez'e donanma yığınağı, hepsi bu kilit geçidin etrafında dönmüştür. İran ise yıllardır “Gerekirse Hürmüz’ü kapatırız” tehdidini stratejik bir kaldıraç olarak saklı tutmuştur. Ancak bu kez mesele tehdit olmaktan çıkıp yasal zemine taşınmış görünüyor.

İran Meclisi'nin bu çıkışı, sadece Batı’nın yaptırımlarına değil, şu an fiilen sürmekte olan İran-İsrail savaşına doğrudan bir cevap niteliğindedir. 2025 yılı haziran ayı itibariyle iki ülke arasında başlayan doğrudan çatışmalar, sadece Suriye ve Lübnan üzerinden vekil güçlerle değil, doğrudan askeri saldırılarla yürütülmektedir. İran’a yönelik İsrail hava saldırıları, nükleer tesisleri hedef alan sabotaj girişimleri ve karşılık olarak İran’ın Orta Doğu’daki İsrail çıkarlarına yönelik misillemeleri, bölgeyi yeni bir savaş evresine sokmuştur. Hürmüz Boğazı’nın kapatılması kararı işte bu savaş ikliminde, İran’ın sadece enerji diplomasisi değil, stratejik caydırıcılığına dayanan bir hamle olarak okunmalıdır.

Bu karar, artık bir ekonomik karşılık değil, bir savaş manevrasıdır. İran, Hürmüz’ü küresel enerji güvenliğini rehin alarak savaşın cephe hattına dönüştürmektedir. Böyle bir kararın hayata geçmesi durumunda yalnızca bölge ülkeleri değil, küresel sistemin tamamı sarsılır. Petrol fiyatları fırlayabilir; 100 doları değil, belki daha fazlasını zorlayabilir. Sigorta maliyetleri artar, deniz yolları risk alanı ilan edilir, tanker rotaları değişir ve lojistik zincirleri kırılır. Özellikle Çin gibi enerji ihtiyacının önemli bir kısmını bu boğazdan sağlayan ülkeler için mesele artık stratejik güvenlik konusudur. ABD ve Körfez ülkelerindeki müttefikleri bu adımı engellemek için devreye girebilir. Ancak İran’ın son yıllarda geliştirdiği asimetrik deniz gücü, sürü dronlar, füze sistemleri ve Basra Körfezi'ndeki taktik üstünlükleri, bu ihtimali karmaşık hale getiriyor. Olası bir çatışma, tankerlere ya da üs bölgelerine saldırılarla başlamasa bile ticaret üzerindeki baskı doğrudan hissedilecektir.

Türkiye açısından bu gelişmenin yansımaları son derece ciddidir. Ülkemiz enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 90’ını ithal etmektedir. İran ve Irak’tan alınan petrol ve doğalgaz, Hürmüz üzerinden geçmektedir. Boğazın kapanması durumunda bu hatlar sekteye uğrayacak, fiyatlar yükselecek ve Türkiye’nin ithalat maliyeti dramatik biçimde artacaktır. BOTAŞ gibi kamu kuruluşlarının yanı sıra sanayi ve ulaştırma sektörü zam dalgasıyla karşı karşıya kalabilir. Enerji maliyetlerindeki artış, tüketici fiyatlarına doğrudan yansır ve enflasyonu hızla tırmandırır. Ayrıca bu kriz, Türkiye’nin enerji arz güvenliğini yeniden tartışmaya açar. Nükleer enerji yatırımları, Karadeniz gazı, TANAP ve benzeri alternatif kaynaklar yeniden öncelik kazanır.

Öte yandan İran-İsrail çatışmasının tırmanması, sadece enerji değil; finans, savunma ve ticaret alanlarında da Türkiye’yi tercihler yapmaya zorlayabilir. Ankara’nın bölgedeki tarafsızlık dengesi daha kırılgan hale gelirken, batılı müttefiklerin beklentisiyle doğulu komşularla kurulan stratejik ortaklıklar arasında bir denge tutturmak giderek zorlaşacaktır.

Hürmüz Boğazı bir su yolu değildir sadece; küresel ekonominin kırılgan damarlarından biridir. İran’ın bu damarı sıkması, yalnızca Washington’u ya da Tel Aviv’i değil, Ankara’dan Tokyo’ya kadar herkesi zor durumda bırakır. Bu tarz baskılar geçmişte soğuk savaş taktikleri olarak kalırken, günümüzde sıcak çatışma ihtimalini içinde taşır. İran’ın attığı bu adım, bölgesel dengeleri değil, küresel düzenin denge noktalarını sarsacak potansiyele sahiptir. Artık mesele sadece boğazın kapanması değil; bölgenin, hatta dünyanın yeni bir savaş iklimine doğru sürüklenmesidir.