Hüseyin ALPASLAN'ın 17 Temmuz 2025 tarihli yazısı: II. Abdülhamid Devrinde Askerin Darağacındaki Onuru
Tarih, bazen bir asker tüfeğini kaldırıp tetiğe bastığında değil; o askerin neden başka bir seçeneği kalmadığında yazılır. 1903 yazında Manastır’da yaşanan olay, sadece bir konsolosun ölümü değil; Osmanlı Devleti’nin içler acısı dış politikasının bir aynasıydı. II. Abdülhamid’in bütün stratejilerine rağmen, bir jandarma eri ile bir Rus konsolosu arasındaki gerilim, koskoca imparatorluğun ne kadar çaresiz olduğunu tüm dünyaya gösterdi.
Sultan Abdülhamid, dış politikada dengeciydi. O dönem "hasta adam" olarak adlandırılan Osmanlı Devleti’nin varlığını sürdürebilmesi için büyük güçler arasında hassas bir denge kurmaya çalışıyordu. İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya arasında sürekli pozisyon alarak imparatorluğu ayakta tutmaya çabalıyordu. Fakat bu politikanın sınırları vardı. Çünkü dışarıdaki denge içerideki zafiyeti örtemiyordu.
8 Ağustos 1903 günü Manastır'da, Rus Konsolosu Aleksandr Arkadiyeviç Rostkovski, Nüzhetiye Karakolu önünden geçerken nöbetçi Osmanlı jandarmalarının kendisini selamlamadığını fark etti. Arabasından indi, jandarma eri Halim’in üzerine yürüdü ve onu kırbacıyla dövmeye başladı. Olayı gören İngiliz Konsolosu Mac Gregor’un raporuna göre Rostkovski, askere ateş bile etti. Ancak Halim, maruz kaldığı bu onur kırıcı saldırıya daha fazla dayanamadı. Elindeki tüfeği doğrulttu ve ateş etti. Konsolos olay yerinde öldü.[1]
Olay sonrası jandarma erleri Halim ve Abbas tutuklandı. Soruşturmalarda saldırının tahrik unsuru taşıdığı, olayın nefsi müdafaa olduğu açıkça ortaya çıktı. Tanık ifadeleri, hatta yabancı diplomatların raporları dahi bunu destekliyordu. Fakat Rus Çarı’nın baskısı ağır bastı. Osmanlı Mahkemesi, hukuk değil diplomatik kaygılarla Halim ve Abbas’a idam cezası verdi. [2]
Trajik son sadece iki askerin değil, Osmanlı Devleti’nin de onurunun darağacında asılmasıydı. Devlet, kendi askerini koruyamaz hale gelmişti. O dönemin atmosferini aktaran Şevket Süreyya Aydemir, Anadolu’yu gezerken gördüğü sefalet manzaralarıyla bu çaresizliği anlatır. Ona göre Osmanlı, Avrupa’nın merhametine sığınmak zorunda kalmış; Anadolu insanının canı, buhranların en büyük ihracat kalemi olmuştu.[3]
II. Abdülhamid’in dış politikası zaman zaman ustaca hamleler içerse de, Manastır’da yaşanan bu olay, o stratejinin sınırlarını kanla çizdi. Bugün bu hikâyeyi okuduğumuzda, sadece bir jandarma erinin kırılan onurunu değil; bir imparatorluğun yok oluşa nasıl sürüklendiğini de hissediyoruz.
Dipnotlar
[1] Hasip Saygılı, “Sultan II. Abdülhamid’in Meşruiyet Krizi: 1903’te Mitroviçe’de İlk Rus Konsolosu Grigori Şerbina’nın Öldürülmesi”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 20, Ankara 2014, s. 78-79, 176-177.
[2] Saygılı, “1903 Makedonya’sında Reformlara”, s. 83.
[3] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul 2017, s. 64.